26 Eylül 2012 Çarşamba

Tam bir yıl sonra

Bu içimi döktüğüm blogu, umutlarımla dolduracağım başka bir bloga gitmek üzere terk etmiştim.

Öyle anlar oldu ki, hayatımdaki yeni kocaman tarifsiz güzelliğe rağmen  bugün geri dönmek istedim.

Ve son yazdığıma bakınca farkettim ki günü gününe tam bir yıl önce terketmişim.

...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Yeni Yayın Dönemi

Şimdilik http://bebekbekliyoruz.blogspot.com dan daha optimist bir yayına geçtim. buraya dönmem an meselesidir.

16 Şubat 2011 Çarşamba

35 YAŞ FARKINDALIKLARI - 1

Düzenli pişmanlık hayat felsefen olmuşsa; Dönüp durduğun çemberin herhangi bir noktasında bir zahmet dur ve bulunduğun noktadan çemberi kırıp, "pişmanlık vakit kaybıdır" otobanına çık.

21 Ocak 2011 Cuma

29 Kasım 2010 Pazartesi

arcadia has left the building.

28 Kasım 2010 Pazar

YANLIŞ HESAP

Kaç kere böyle evde bırakıp gittin beni, beklentilerimi yok sayıp, ardına bakmadan, tereddüt etmeden, ilişkinin inceldiğine aldırmaksızın ya da belki kopsun diye; Kaç kere yelken yaptın böyle anlarda. Kaç kere tercih ettin yelkeni ikimize? Kaç kere yelken yaptık seninle ve kaç kere briç oynadın benimle? Kaç kere kitap okuduk? Kaç kere Avrupaya gittik, kaç fotoğrafımız var beraber? Kaç kere yapmak istediklerimden, sorun çıkmasın diye bahsetmeksizin ya da reddedilmekten bıkıp teklif etmeksizin vazgeçtim? Kaç kere çıktı o yüzük parmağından ve şimdi nerde? Kaç kere sevgili olduk biz? Kaç kere karın oldum ben senin? Kaç süprizine uyandım? Kaç kere içtim dağıttım ve şevkatine sığındım? Kaç kere mutlu olduk? Söylesene kaç kere aldattın beni? Beni seven bir adamın su içer gibi yapabileceklerini senden kaç yıl bekledim? Beklerken kaç yaş yaşlandım? Kaç kere isyan ettim? Kaç kere aldırmadın?

Nasıl sevebilirim artık ben yelkeni?

Kaç kere ağlayarak içimi açtım sana, korkularımı anlattım, endişelerimi, üzüntülerimi? Ya mutluluğumu hayallerimi.. Kaçıyla ilgilendin? Kaçıyla dalga geçtin? Kaçını yok saydın? Kaçından kaçtın? Ve kaç kere hiç açıklamadığın kendininkiler için beni hırpaladın? Kaç kere yaktın canımı?

Kaç kere elimi tutup güven verdin bana, içtenlikle? Kaç kere yanlış anlamaları sevgiyle düzelttin, kaç kere fısıldadın kulağıma? Kaç kere gördün beni gerçekten?

Kaç kere ağladım bu evde, kaç kere bekledim, kaç kere ümitlendim. Kaç kere yıkıldım. Kaç kere.

Nasıl sevebilirim artık ben seni? Nasıl sevgisizliğinle savaşabilirim?

Kaç kere son deyip kendi kendime geri döndüm ya, işte o zor yoldan artık geçtim, kolayı seçtim: Nasıl bu hayatı ardımda bırakıp kaçabilirim?

27 Ekim 2010 Çarşamba

KABUL

Bembeyazdın sen ve ben rengarenk.
En başında...

Olmaz diyenlere inat bir başka oluyorduk, karıştırıp bakınca.

Aşk, dengesi zor tutan bir tahterevalli,
Hep tepede asılı kalmanın işkenceye dönüştüğü.
Ucundaki kişilerin bambaşkalığından gayrı,
ceplerindekilerin ağırlığı bile apayrı.
Aşk çok uzun bir tahterevalli,
zamanında binip, hep inmek istediğin.

Herşeyi varken insanın, bu kadar mutsuz olması kolay değil. Biliyorum.
Sana inanıyordum be sevgili,
senin farkındaydım ben,
hep arkanda duruyordum.
Bunu bile göremiyorken sen,
Soluyordum.


Sen yanında akacak bir nehir beklerken,
ben ağzımı dayayacak musluk arıyordum.
Huzur lazımdı sana ve daha çok renk bana.
Kuruyordun.

Bataklıklara teslim olmuşken ben, sen tam elimi tutacağın anlarda,
zafer hayallerinde yitiyordun.
Ben zaten senin elini tutacağım anları hiç bilmiyordum.

Beni hiç sevmeyecek biriyle kocaman bir sayfa açtım,
dolayısıyla kapattığım bütün sayfalara kızıyordun.

Zaman akıyordu,
elimizde kürekler,
sanki sadece mezar kazmak için terliyordu yüreklerimiz.


"Birbirimizi anlamıyorduk ve daha beteri sen benim seni anlamaya çalışmama sinirlenirken, ben senin beni anlamayı denemeyişine çıldırıyordum"
acaiptir ama bu, bu ilişkiyi, bu satır da bu şiiri kökünden bozuyordu..


Bembeyazdın sen ve ben rengarenk,
Sen kuruyordun, ben soluyordum.

Tek başına ne sen ne ben renkli duvarlara baktığım sabah,
açıktı:
Ordaydı defalarca engel olduğum.
çünkü tepemizdeki giyotin misali ayrılığa artık,
ben de
göz yumuyordum.

tatmin olmamış kaç duygu sığar bir kalbe, unutulmamış kaç acı.
Bizimkilere sığıyordu.
Dayanamadığımızdan belki, izin veriyorduk:
Kırgınlıklar; önce uykumuzu, sonra hayatımızı, hatta ruhumuzu
kucaklamış, kaçıyordu.


Kabul,
Ne sen beyazsın artık, ne de ben renkli,
ikimizi karıştırıp bir duvara sürmenin imkanı yok şimdi.

Bileklerimizde kanayan yaralar,
Göğümüzden kaçan yıldızlar,
hayatımızı dağıtan rüzgarlar,
ortamızda duran dağlar,
tam gülümseyecekken yağan yağmurlar,
önümüze çıkan tüm çıkmaz sokaklar şahidim olsun.

Herkesin böyle tek bir şiiri olmalı diye düşünüyorum.
Bari bu o olsun,

son olsun.

26 Ekim 2010 Salı

mum

hani bir yaştan sonra, çocukken kalbini gümbürdeten her şey manasız gelmeye başlar ya insana.

işte dün çocuktum ben ve bugün de o yaştayım.

mi nombre es Arcadia

Ama herkesin Arcadia'sı kendine tabi.

Di mi ama?

UNUTABİLME AŞAMALARI

Kocaman bir listen vardır önünde, kalbinde kocaman bir acı,
beyninde zehir zemberekler,
gözünde boş şişelerden çıkmış kelebekler.

Kimse anlamayacaktır, hece hece anlatsan da yılları,
gülecekler belki, acıyacaklar en fazla.
ama kimse senin kadar acımadı ki bu hususta,
kavra anlamayacaklarını.

Yarısı bir elinde parça parça ömrünün,
kalan yarısına bakıp durursun.
/uyu, yıkan, unut ,unut, içki içme, unut, unut, telefon numaranı değiştir, eşyalarını topla, unut, unut, annenle konuş, unut, unut/
ya da boş ver listeyi,
bırak, ciğerlerin patlasın sigaradan,
bırak ya, gözyaşlarının olsun zaman, "acele etmelisin"ler kenarda dursun.


çivi diyorum, söktüğü malum diyorum, duyuyor musun?
Durup düşün:
Önceki hüzünlerini hangi cebine koymuş,
en son ne zaman yeni bir hayat kurmuştun?

Referansın bu olsun.