Bu blogu düzenli takip eden kimse yok, birileri takip etsin diye yazıyoruz ya, sanırım bu benim için geçerli değil. Beni tanıyan, aynı ortamda nefes alıp veren ve sevenlerin okumadığı/ okuyamayacağı bir alan benim için, gerçi böyle olmasını istemezdim. Hiç tanımadığım insanlar denk gelmiş de, gelip okuyor olabilirler. Hem onlarla paylaşmaktan endişe etmediğimden, hem iç dökme arzusundan, hem de yaşadıklarımdan elimde sadece bunlar kaldığından, gün geçtikçe hayat paylaşımından travma dökümüne döndü.
Bu yaz, baştan sona travma dolu bir ilişkinin sorumlusu olarak, bana beni unutturmuş, bana beni başka birisi yapıp anlatmakta olan birisiyle savaştığımı farkettim. Aslında korkup/farkedip/korkup da hiç itiraf edemediğimi; sevilmediğimi farkettim. Bir adım ileri geçip, kabul de ettim: Sevgisizlikle niye savaşırsın?
Sevgiyi hatırlıyor muyum? Kendi sevgi anlayışımı mı yarattım?
Sevgi merak etmektir, anlamaya, mutlu etmeye, güldürmeye, üzmemeye çalışmak, minnet duymaktır bazen, pişman olabilmektir, özür dileyebilmek, özür kabuledebilmek, sarılmaktır gece uyurken, koruyabilmektir, korunacağını bilerek, endişelenmektir, kaybetmekten korkmaktır, kaybedince mahvolmaktır. Sevgi, sorun varsa çözmeye çalışmak, çareler bulmak için konuşmaktır, kavga etmemek için susmak değil.
Sevgi, kendi mutluluğun kadar karşındakinin mutluluğunu da önemsemektir, mutlu olduğun anlarda unuttuğun birini seviyor olamazsın. Sevgi, ikna etmektir sevdiğini gerektiğinde; onun için, senin için, ilişkiniz için iyi olacağına inandıklarına. Sevgi, teklif etmektir, arzulamaktır, istemektir, sürprizlerle boğmaktır karşındakini. Dümdüz yaşarsan, dümdüz bir ilişkiye dönüşür bütün, büsbütün dümdüz kalır.
Sevgi, ona ifade ettiklerinin ve onun ifadelerinde arayıp bulduklarının tümüdür, onun ifadesindeki vurguyu çarpıtıp onun çektiği acıdan önce kendinle ilgili bir ayrıntıyı baştacı ediyorsan, gerçeği aramıyor bulamıyor, bulduğunu da değerlendiremiyorsundur. Neden surat asıldığını, neyin, niye bozulduğunu çözmek yerine, surat asacağı/bozulup da keyfini kaçırtacağı sabit fikriyle korkmak, yargılayıp yargılayıp haksız infaz etmek, çözümden uzaklaştırır, karşındakinin kendisini savunmaktan bıkması anlamına gelir.
Hepsinden önemlisi, sevgi karşılık buldukça değerlenir, karşılıksız kalp paradır, beş kuruş etmez...
Sevgi, ortak sıkıntıları derecelendirmeyi becerebilme kabiliyeti gerektirir. Türlü karakteristik öğeyle bu kabiliyette olmayandan uzak durmak lazım, çünkü o karşısındaki uykusuzluktan ölüyor ama uyuyamıyorken, kendisi uyuyabildiği için uyuyabilir.
Sevgiyi karşılıklı uyuma, takıntılı bir hobiye durmaksızın iştirak beklemeye endekslersen, kendi mutluluğunu ve egonu korumaktan, kendi dertlerinden başka birşey düşünmez halde yaşarken mümkün değil yoktur. Sevgilin ağlarken oturup çikolata yiyebildiysen yıllarca, bunu öküzlük sıfatı kurtardıysa, sevgilinin de, senin sevginin de içi boşalmıştır. Ne bok yersen ye anlayışıyla değil sevgili, arkadaş bile olunmaz. Gün gelir o deyim, bildik bir atasözüne dönüşür; "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" daki yılan yerine koyarsın karşındakini, düşman olursun, o da sana düşman olur.
İlk defa yaşamak isteğim bu kadar zayıfladı hayatımda. Tıkanıp kaldığım bir yerdeyim, günlük işlerden ve beynimi uyuşturacak zihinsel faaliyetlerden başka bir şey yaptığım yok. Hiç bir hedefim yok. Sadece bu travmatik cephelerden kurtulmak istiyorum, o kadar çok cephe varki demiştim bir iki ay önce bir arkadaşıma, o kadar çok cephe var ki, bitmez. Ölmek istiyorum. O cephelerin hepsini ben kurmadım, ama hepsinde savaşmak zorundayım. Savaşmaktan bıktığım için ya çekip gitmek, ama daha çok ölmek istiyorum.
Baştan sona travma dolu, hep kendi kendime tamir ettiğim., hep kendi kendime konuşup, ağlayıp, yırtınıp sustuğum, hep kendi kendime gidip geri döndüğüm, biriktirip biriktirip kustuğum, kendi kusmuğumla kirletip/kirlendiğim, hep benim elinden tuttuğum, kah yere attığım, kah yerden kaldırdığım, kah bırakmayıp sürüklediğim, acı dolu bir ilişkiyi bitiriyorum.
O ilişkinin muhattabı bu yazıyı okusa, anafikir olarak sadece ona bir sürü hakaret edildiğini çıkartırdı. Nelere kahrolduğumu, nerelerde hata ettiğini değil. Beni sevmediğini farkettiğimi/kabul ettiğimi değil. Kayıp saymayacağından, beni kaybettiğini de değil. Çırpınmayacağından, çırğınsın istediğimi de değil.
O yüzden, hem çıkarımına uygunluk yaratsın diye detaya gireyim.
Kendi yaşantıma aldırmadığım bu noktada, ona ve hislerine aldırmayı reddediyorum.
Zira, masasına uçak biletleri atıp, tatile davet etmek istediği kızdan fazla görüştük onunla bu hayatta, beni elde etmek için parmağını kıpırtdatması gerekmedi, beni sevdiğini hiç söylemedi, hiç onurlandırmadı beni, hiç bahsetmedi benden.
Bu yaz, baştan sona travma dolu bir ilişkinin sorumlusu olarak, bana beni unutturmuş, bana beni başka birisi yapıp anlatmakta olan birisiyle savaştığımı farkettim. Aslında korkup/farkedip/korkup da hiç itiraf edemediğimi; sevilmediğimi farkettim. Bir adım ileri geçip, kabul de ettim: Sevgisizlikle niye savaşırsın?
Sevgiyi hatırlıyor muyum? Kendi sevgi anlayışımı mı yarattım?
Sevgi merak etmektir, anlamaya, mutlu etmeye, güldürmeye, üzmemeye çalışmak, minnet duymaktır bazen, pişman olabilmektir, özür dileyebilmek, özür kabuledebilmek, sarılmaktır gece uyurken, koruyabilmektir, korunacağını bilerek, endişelenmektir, kaybetmekten korkmaktır, kaybedince mahvolmaktır. Sevgi, sorun varsa çözmeye çalışmak, çareler bulmak için konuşmaktır, kavga etmemek için susmak değil.
Sevgi, kendi mutluluğun kadar karşındakinin mutluluğunu da önemsemektir, mutlu olduğun anlarda unuttuğun birini seviyor olamazsın. Sevgi, ikna etmektir sevdiğini gerektiğinde; onun için, senin için, ilişkiniz için iyi olacağına inandıklarına. Sevgi, teklif etmektir, arzulamaktır, istemektir, sürprizlerle boğmaktır karşındakini. Dümdüz yaşarsan, dümdüz bir ilişkiye dönüşür bütün, büsbütün dümdüz kalır.
Sevgi, ona ifade ettiklerinin ve onun ifadelerinde arayıp bulduklarının tümüdür, onun ifadesindeki vurguyu çarpıtıp onun çektiği acıdan önce kendinle ilgili bir ayrıntıyı baştacı ediyorsan, gerçeği aramıyor bulamıyor, bulduğunu da değerlendiremiyorsundur. Neden surat asıldığını, neyin, niye bozulduğunu çözmek yerine, surat asacağı/bozulup da keyfini kaçırtacağı sabit fikriyle korkmak, yargılayıp yargılayıp haksız infaz etmek, çözümden uzaklaştırır, karşındakinin kendisini savunmaktan bıkması anlamına gelir.
Hepsinden önemlisi, sevgi karşılık buldukça değerlenir, karşılıksız kalp paradır, beş kuruş etmez...
Sevgi, ortak sıkıntıları derecelendirmeyi becerebilme kabiliyeti gerektirir. Türlü karakteristik öğeyle bu kabiliyette olmayandan uzak durmak lazım, çünkü o karşısındaki uykusuzluktan ölüyor ama uyuyamıyorken, kendisi uyuyabildiği için uyuyabilir.
Sevgiyi karşılıklı uyuma, takıntılı bir hobiye durmaksızın iştirak beklemeye endekslersen, kendi mutluluğunu ve egonu korumaktan, kendi dertlerinden başka birşey düşünmez halde yaşarken mümkün değil yoktur. Sevgilin ağlarken oturup çikolata yiyebildiysen yıllarca, bunu öküzlük sıfatı kurtardıysa, sevgilinin de, senin sevginin de içi boşalmıştır. Ne bok yersen ye anlayışıyla değil sevgili, arkadaş bile olunmaz. Gün gelir o deyim, bildik bir atasözüne dönüşür; "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" daki yılan yerine koyarsın karşındakini, düşman olursun, o da sana düşman olur.
İlk defa yaşamak isteğim bu kadar zayıfladı hayatımda. Tıkanıp kaldığım bir yerdeyim, günlük işlerden ve beynimi uyuşturacak zihinsel faaliyetlerden başka bir şey yaptığım yok. Hiç bir hedefim yok. Sadece bu travmatik cephelerden kurtulmak istiyorum, o kadar çok cephe varki demiştim bir iki ay önce bir arkadaşıma, o kadar çok cephe var ki, bitmez. Ölmek istiyorum. O cephelerin hepsini ben kurmadım, ama hepsinde savaşmak zorundayım. Savaşmaktan bıktığım için ya çekip gitmek, ama daha çok ölmek istiyorum.
Baştan sona travma dolu, hep kendi kendime tamir ettiğim., hep kendi kendime konuşup, ağlayıp, yırtınıp sustuğum, hep kendi kendime gidip geri döndüğüm, biriktirip biriktirip kustuğum, kendi kusmuğumla kirletip/kirlendiğim, hep benim elinden tuttuğum, kah yere attığım, kah yerden kaldırdığım, kah bırakmayıp sürüklediğim, acı dolu bir ilişkiyi bitiriyorum.
O ilişkinin muhattabı bu yazıyı okusa, anafikir olarak sadece ona bir sürü hakaret edildiğini çıkartırdı. Nelere kahrolduğumu, nerelerde hata ettiğini değil. Beni sevmediğini farkettiğimi/kabul ettiğimi değil. Kayıp saymayacağından, beni kaybettiğini de değil. Çırpınmayacağından, çırğınsın istediğimi de değil.
O yüzden, hem çıkarımına uygunluk yaratsın diye detaya gireyim.
Kendi yaşantıma aldırmadığım bu noktada, ona ve hislerine aldırmayı reddediyorum.
Zira, masasına uçak biletleri atıp, tatile davet etmek istediği kızdan fazla görüştük onunla bu hayatta, beni elde etmek için parmağını kıpırtdatması gerekmedi, beni sevdiğini hiç söylemedi, hiç onurlandırmadı beni, hiç bahsetmedi benden.
Kalbime hiç dokunmadı 10 yıl boyunca, hiç sevildiğimi, arzulandığımı özlendiğimi, istendiğimi hissetmedim ben. Hep ayakbağı, dert, engel, ağır sorumluluk, üretmeyen, istenilmeyen, reddedilen.Abartıyorsam şerefsizim. Hep kendi kendime ağlayıp sustum ben. Hep çok ağladığımı düşündü. Hiç kalbim alınmadı benim, hiç naz cilve yapamadım, hiç titrenmedi üstüme, hiç değerli olamadım. İkili bir ilişkide kimse, hiç kimse bu kadar çabasızlığı, bu kadar hiçliği haketmiş olamaz. Bunu ucundan olsun düşünmedi? Daha beteri ben yüzsüzce talep ettiğimde, hep bunları hak etmediğimi beyan etti.
Sonra sıfır çizgi çektiğimiz bir acı yaşadık beraber. Hayatımda ilk kez yüzde bin beşyüz güvendim ona, da öyle değilmiş, kendi kendime gelin güvey olmuşum: Ben neler kaybetmiş, kendime olan tüm güvenimi de kaybetmek üzereyken, o işini kaybetmekten korkuyor, benim suçummuş gibi beni hırpalayıp bundan zerre pişmanlık duymadıysa, üstüne bir de beni suçladıysa.
Baştan sona travma dolu, hayatımın en güzel geçmesi gereken yıllarını kemirmiş bir ilişkiyi bitiriyorum. Boşanma dilekçesine bunlar yazılmıyor, ona söyleyince gözlerini kulaklarını bana tıkıyor, yazdığım maillerdeki çığlığı duymak yerine, hatalarını kabul edip pişman olmak yerine, gönlümü almak yerine saçma çıkarımlar yapıyor, o bir egosundan ibaret koca bir duvar ve bu beni sadece öfkelendiriyor, anneme söylesem çok üzülüyor, dertleştiklerimi bu mevzuyla çok sıktım. Yok sayılmaktan, öfkelenmekten, üzmekten ve sıkmaktan bıktım. Ama boğulmaktayım, bir değil bir sürü kaya var cebimde. En çok keseni, kanatanı bu, boğulmaktan kurtulurum diye değil, biliyorum, verdiği acıdan dolayı atmak istiyorum. Bu sebeple bu aptal yazıyı burada yazmaya mecburum.
35 yaşındayım, tüm umutlarımın tükendiği bir noktadayım, maruz kaldığım hakaretleri, boğulduğum kusmuğu 20 yaşımda iken söyleseler, yok daha neler derdim. Şimdi karşımda beni çok ağlatmış ve ben ağlarken hep susmuş birisi var, o kadar çok sustu ki ben de onu ağlatmak istedim zaman zaman, yaptım da. Vicdan azabım sadece bundadır.
O da, hep sustuğu beni hiçliğe boğup boğup kusturduğu için vicdan azabı çeksin isterdim. Pişman olsun isterdim. Farketsin isterdim. Ama bunu sağlamanın bir yolu yok.
Kabul ettim: Sevgisizlikle niye savaşırsın?
Kabul ettim: Sevgisizlikle niye savaşırsın?
1 yorum:
Salak, sevgisizlikle niye savaşırsın?
Yorum Gönder