28 Haziran 2008 Cumartesi

The Ruins

Kitabını okumadığım filmleri kitaptan evvel izlememek gibi bir prensibim vardı. Ama öyle zor ki artık bu sektöre yetişmek, biraz bu sebeple, biraz da alelade korku gerilim filmi olduğuna dair haklı sezimle, Scott Smith e ait romanını okumadan izledim. Pişmanım; tam otobüs yolculuğu romanıymış. Filmde eksik kalmış anlatımlar kesinlikle romanında varmış gibi geldi.
Ucuz, özensiz, sıradan olabilir ama öyküyü, hatta sonundaki alışıldık kısır döngüsünü bile sevdim. "durup durup Gremlinleri izlediğimiz günler"i hatırlatan bir "video kaset kiralayalım" filmi.
Bazen sevdiğine sebep/mazeret bulamazsın ya tıpkı onun gibi. Ama kesinlikle tekrar izlenmez.

In Bruges


Dantel gibi işlenmiş bir komedi dram(böyle sınıflandırıldığından mecburen diyorum bunu, bana kalırsa saf dram çünkü).
Uzun zamandır böyle güzel görüntülerle süslü, incelikli, narin kırılgan ruha dokunan, enteresan bir film izlemedim. Minik komedi unsurları ve aksiyon sahneler var bütüne güzellik katan.
Ayrıca, ben Belçika Turizm bakanının, Bruges belediyesinin yerinde olsam, gururdan mutluluktan tavana çarpmıştım başımı. Zira bir şehir, ancak bu kadar şairane kılınabilir.

Recep İvedik

Fragmanlarında düştüğümüz dehşet nedeniyle, sinemada gitmeyi reddettiğimiz filmdi/de gişe başarısından merakla ben izleyelim diye tutturunca evde izledik. Şahan Gökbakar'ı sevmemizin nedeni olan "agresif kompleksli, ekşisözlük yazarı, hayvan ara da karşımıza çıkan Recep İvedik" sadece ilk iki parodisinde güldürmüş bizi katıla katıla. Filmde ise bir iki gülümseme kapabildi, o kadar. Demek ki; ya biz yaşlandık, ya Recep'in komik anları skeçle sınırlı. Hayatının geri kalanı hiç mi hiç heyecanlandırmadı.
İnsanın yaptığı işi içine sindirmesi lazım derim ya hep, bir röportaj okumuştum bu film taze iken, Şahan Gökbakar "..yıllar sonra dönüp bakınca pişman olmayacağım bir iş çıkardık.." demişti.
Emin değilim.

25 Haziran 2008 Almanya Türkiye

Ömrümüzde ilk kez, ilk golu biz atınca, hem de ilk yarıda atınca korktuğumuz milli maçtır.
Mucizenin alışkanlık yapabileceğini öğrendiğimiz, ilk 3 mucizeden alışkanlıkla mucize beklediğimiz maçtır.
İlk üç mucizenin hevesi ile yurdun dört bir yanında dev ekranlarda ful-aksesuar izleyip de bitince sessizce dağıldığımız maçtır.
Kendi silahımızla vurulduğumuza yandığımız, be olsun; yenildiğimiz ama ezilmediğimiz maçtır.
Sayın Fatih Terim'in son dakika aksiyonuna alıştık diye belki, soyunma odasında istifa ederek, rol çalmasına kızdığımız maçtır. (istifası değil sıkıntı, yani sırası mıydı?)
Sayın Rıdvan Dilmen'in ardından, "Bitti bu iş oldu, ekolümüz var, hücum yaparak savunmayı sahalara geri getiyoruz, hep hatırlanacak/hep konuşulacağız" heyecanlarına ortak olduğumuz maçtır.
Deli gibi zevkle izlediğimiz, oynadığımız maçtır. Daha ne olsun?
Darısı Dünya Kupasına...

23 Haziran 2008 Pazartesi

EURO 2008

"Turnuva boyunca toplam 414 dakika futbol oynamış olan Türkiye, bu sürenin sadece 9 dakikasında önde olduğu halde şu an yarı finaldeymiş."

Budur.

20 Haziran 2008 Cuma

20 Haziran 2008 Hırvatistan Türkiye Maçı

rdüğüm en güzel "gol sonrası sus işareti", Euro 2008 in en güzel kurtarışı, izlediğim en güzel geridönüş(comeback win) maçı .







http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=20+haziran+2008+hirvatistan+turkiye+maci%2F%40arcadia


10 Haziran 2008 Salı

9 Haziran 2008 Hollanda İtalya Maci

"İyi ki izledim" dediğim maçtır.

Maç esnasında tahminim uzun süre idare edecek kadar jenerik görüntüsü ortaya çıkmıştır. O ikinci gol "3 pasta nasıl gole ulaşılır?" konusunda ders olarak izletilmelidir. Bir de tepe kamerası ile çekilen bir sıra İtalyan fubolcunun diğer sıradaki Hollandalı futbolcunun önüne eş zamanlı geçişinin görüntüsünü ise tekrar tekrar izlemek isterdim.
İtalyanlar en az bir gol atmayı hakedecek kadar direndiler, canlarını dişlerine taktılar, isterdim bir gol atmalarını ya neyse.

Futbolun eskisi gibi izlenebilir olduğu, sadece futbol olmadığı düzen içerisinde yitip bitmediği konusunda umutlandım.

Sus Deyince Havlamayı Kesen Köpek

Var öyle bir köpek. Adı Venüs.
Evet, Venüs bu gece itibariyle söz dinleme standartlarına bir yenisini daha kattı: "şşşşşşt sus gürültü yapıyorsun, hayır" deyince gece yarısı ormandaki bungangalara havlama ritüeline mucizevi bir şekilde son verdi. Havlayarak azdırdığı mahallenin diğer köpeğiyle beraber sustular.
Nazar değmesin de şu huzura devam edelim diye lafı kısa kesiyorum.

9 Haziran 2008 Pazartesi

7 Haziran 2008 Türkiye Portekiz Maçı

Ablamın yaşgünüydü, annemler İzmir'e döndü, A Milli Futbol takımımız Portekiz karşısında çıktığı 2008 Avrupa şampiyonası ilk maçında, ezile ezile mağlup oldu.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=7+haziran+2008+turkiye+portekiz+maci%2F%40arcadia

yıldızlar

Geçmiş zaman
Anımsanıyorsa, şimdidir;
Koparılıp atılır ya da
Bir yaprak gibi bir defterden

Koparılıp atılan
Çırpınan bir yürek olabilir,
Ya da bir yaz gecesi,
Yıldızları can çekişen..

ATAOL BEHRAMOĞLU

4 Haziran 2008 Çarşamba

İğne Deliği

Sabahleyin telefonumun çalmasıyla uyandık. Karşımda benim uykulu "Aloaaaooo"mdan afallamış bir kadın:
-Siz kimsiniz hanfendi?
-Sieeeğz kimi aramıştınız?
-Sinanaramıştım?!
-Yanlış oldu sanırım.
-Hanfendi yanlış filan olamaz Sinan benim kocam
-Belki yanlış çevirdiniz.
-Hayır, bu onun benim telefonuma kayıtlı numarası
Haydaaa
Bir yanlışlık olduğu muhakkak da, onu afyonum patlamamış şekilde çözemiyorum:
- Valla bilemiyorum ben, bu telefon benim Sinan diye birisini de tanımıyorum. İyi günler.
Ama yok bitmedi. Tekrar aradı aynı numara, bir hata yüzünden aile faciası olmasın diye daha derli toplu konuşmaya çalıştım. "Verin bakalım numaranızı bir de ordan arayayım" dedi. Aradı. Hangi şehirde olduğumu sordu. "Muğla" dedim. Karşımda ki ses bir dondu/yıkıldı ki, "benim eşim de Marmariste..." Önce hiç alakamız olmadığını, başka bir şehirde olduğumu ispat etmeye çalıştım, ama karşımdakizmış eş sürekli eşi ile dün gece bu numaradan konuştuğunu, bir yönlendirme varsa ancak alakamız olacağını ima edip duruyordu. Bu kez masum olduğuma ikna çabaları başladı. Bir hata var ise ( "ise" yi cümle içinde kullanırken deli gibi vurgu veriyor)özür diliyor, yapacak bir şey olmadığından kapatıyor, ardından acaba yanlış mı diye bir de ev telefonundan arıyor ki, aynı kod numarasından geçen hafta da arandığımı hatırlıyorum. Bir ara mecbur kalıp hiç tanımadığı bir adamın avukatlığını yaptığımı, hiç tanımadığım bir kadının yüreğine su serpmeye çalıştığımı bile farkettim. "hani arkadaşını, işyerini filan arasanız" Efendim eşi pazarcıymış, başka ulaşacağı bir numara yokmuş, iyice sarpa sardı iş. Son aramasında Akbulut açtı, kadının imalarına sabretmeye çalışarak, bu numaranın eşine ait olduğunu, bir yanlışlık olduğunu, eşinin numarasını verir ise servis sağlayıcıyı arayıp bildirebileceğini söyledi, ama vermek istemedi niyeyse numarayı kadın.
Konu ile ilgili sabrımın sebebi, kadının yerine kendimi koymuş olmam. Ama o kadar net konuştuğum halde paranoya ediyor olması bir yana, sözkonusu kadın Manisa'da iken kocanın Marmaris'te benim Göcek'te olmamın yarattığı tesadüf ve sabah sabah bir sürü dil dökmek yormuş ki beni, arada "vallahi kocanızı tanımıyorum" derken dayanamayıp gülmüşüm . Akbulut söyledi.
O gidince Telsimi aradım benim bir şey yapamayacağımı, bir yönlendirme var ise yapanın iptal etmesi/ettirmesi gerektiğini söylediler. Kadını ilk kez aradım ve izah ettim. Bir türlü ikna olmuyordu. İsterse aramaya devam etmesini o çalarsa benim açmayacağımı, ta ki eşi açana kadar arayabileceğini söyledim. Eski iki aramanın tarihlerini ve nolarını telefonumdan buldum numaraları verdim, birisi kadının dükkanınınn telefonuymuş, böyle ipucu bulmuş dedektif gibi iyice şüphelenmeye başlayınca, artık mevzu ile çözülene kadar ilgilenmemeye karar verdim.
Ama Akbulut boş durmayıp, Gülcan vasıtası ile "Sinan Enişte ile görüşecektim, bu onun numarası, siz kimsiniz, nerdesiniz, yanınız da olabilir mi?" diye beni epey birngırdatıp, hoparlör vasıtası ile konuşmayı dinleyip de eğlenedursun, Sinan Bey'in diğer yakınları arayıp sorguya çekmeye devam etmekteler efendim. Hangisi Akbulut eğlencesi, hangisi gerçek bilmeksinizin büyük bir sabır içerisinde Sinan Bey ile alakam olmadığını ispat etmeye çalışmaktayım.