

Geçtiğimiz ay "Elizabeth the Golden Age" ile başlayan tarihe yolculuğum, geçen hafta -"Boleyn Kızı"nı filmini izlemeden kitabını okuyayım- telaşımın ardından, günümüzdeki binbir derdi/derdimi bir kenara bırakıp, 8. Henry İngiltere'sine merak sarmamla sonuçlandı. Fazla sarınca kendimi kraliçe sanıp, avam tabaka ile ilişkilerde vakur tavırlara girdiğim oldu ama şükür, kısa sürdü, "The Tudors" birinci sezonunu da izleyip üzerine cila çekmek suretiyle konuyu kapattım.
Avrupa saraylarındaki ahlaki çöküntüyü, edebiyat ve sinema dünyası çok seviyor. Ben de seviyorum. Modern dünyanın kanla yıkanmış kökenini, böylesine çıplak görmek enteresan çünkü. Aristokratik düzen, mutsuzluklar, aldatmacalar, planlar, entrikalar, cinayetler, değişik zevk ve sefa çatışmaları, beşik kertmeleri, para ve politikaya bağlı mantık evlilikleri. Meraklanıp tarihi gerçekleri araştırınca, suyu çekilmiş ağaç gibi ruhsuz bir kaç satırla yetinmek zorunda kalıyorsun gerçi ama olsun.

Kanımca
1. Evlerden ırak "8. Henry", alemin görüp göreceği en uçkuruna düşkün yönetici olsa gerektir. Bu düşkünlüğü gücü ile birleştirip, o dönem katı din kurallarının sağladığı üç beş kadın hakkını da yıkıp geçmiştir. Heveslerine, korkularına, hırsına ve egosuna bakılınca görülür ki, kesin aslan burcudur.
2."Catherine the Aragon" hem çok sabırlı, hem de çok talihsiz bir kadındır.
3."Anne Boleyn" ilahi adaletin varlığına, kızı 1. Elizabeth ise, genlerden geçen zeka/beceri/acımasızlık/hırs ve arızaların tümüne kanıttır.
4."Bloody Mary" dünyanın en çirkin içeceklerinden biri, aslında içine domates suyu giren tüm kokteyller öyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder