29 Kasım 2010 Pazartesi
28 Kasım 2010 Pazar
YANLIŞ HESAP
Kaç kere böyle evde bırakıp gittin beni, beklentilerimi yok sayıp, ardına bakmadan, tereddüt etmeden, ilişkinin inceldiğine aldırmaksızın ya da belki kopsun diye; Kaç kere yelken yaptın böyle anlarda. Kaç kere tercih ettin yelkeni ikimize? Kaç kere yelken yaptık seninle ve kaç kere briç oynadın benimle? Kaç kere kitap okuduk? Kaç kere Avrupaya gittik, kaç fotoğrafımız var beraber? Kaç kere yapmak istediklerimden, sorun çıkmasın diye bahsetmeksizin ya da reddedilmekten bıkıp teklif etmeksizin vazgeçtim? Kaç kere çıktı o yüzük parmağından ve şimdi nerde? Kaç kere sevgili olduk biz? Kaç kere karın oldum ben senin? Kaç süprizine uyandım? Kaç kere içtim dağıttım ve şevkatine sığındım? Kaç kere mutlu olduk? Söylesene kaç kere aldattın beni? Beni seven bir adamın su içer gibi yapabileceklerini senden kaç yıl bekledim? Beklerken kaç yaş yaşlandım? Kaç kere isyan ettim? Kaç kere aldırmadın?
Nasıl sevebilirim artık ben yelkeni?
Kaç kere ağlayarak içimi açtım sana, korkularımı anlattım, endişelerimi, üzüntülerimi? Ya mutluluğumu hayallerimi.. Kaçıyla ilgilendin? Kaçıyla dalga geçtin? Kaçını yok saydın? Kaçından kaçtın? Ve kaç kere hiç açıklamadığın kendininkiler için beni hırpaladın? Kaç kere yaktın canımı?
Kaç kere elimi tutup güven verdin bana, içtenlikle? Kaç kere yanlış anlamaları sevgiyle düzelttin, kaç kere fısıldadın kulağıma? Kaç kere gördün beni gerçekten?
Kaç kere ağladım bu evde, kaç kere bekledim, kaç kere ümitlendim. Kaç kere yıkıldım. Kaç kere.
Nasıl sevebilirim artık ben seni? Nasıl sevgisizliğinle savaşabilirim?
Kaç kere son deyip kendi kendime geri döndüm ya, işte o zor yoldan artık geçtim, kolayı seçtim: Nasıl bu hayatı ardımda bırakıp kaçabilirim?
27 Ekim 2010 Çarşamba
KABUL
En başında...
Olmaz diyenlere inat bir başka oluyorduk, karıştırıp bakınca.
Aşk, dengesi zor tutan bir tahterevalli,
Hep tepede asılı kalmanın işkenceye dönüştüğü.
Ucundaki kişilerin bambaşkalığından gayrı,
ceplerindekilerin ağırlığı bile apayrı.
Aşk çok uzun bir tahterevalli,
zamanında binip, hep inmek istediğin.
Herşeyi varken insanın, bu kadar mutsuz olması kolay değil. Biliyorum.
Sana inanıyordum be sevgili,
senin farkındaydım ben,
hep arkanda duruyordum.
Bunu bile göremiyorken sen,
Soluyordum.
Sen yanında akacak bir nehir beklerken,
ben ağzımı dayayacak musluk arıyordum.
Huzur lazımdı sana ve daha çok renk bana.
Kuruyordun.
Bataklıklara teslim olmuşken ben, sen tam elimi tutacağın anlarda,
zafer hayallerinde yitiyordun.
Ben zaten senin elini tutacağım anları hiç bilmiyordum.
Beni hiç sevmeyecek biriyle kocaman bir sayfa açtım,
dolayısıyla kapattığım bütün sayfalara kızıyordun.
Zaman akıyordu,
elimizde kürekler,
sanki sadece mezar kazmak için terliyordu yüreklerimiz.
"Birbirimizi anlamıyorduk ve daha beteri sen benim seni anlamaya çalışmama sinirlenirken, ben senin beni anlamayı denemeyişine çıldırıyordum"
acaiptir ama bu, bu ilişkiyi, bu satır da bu şiiri kökünden bozuyordu..
Bembeyazdın sen ve ben rengarenk,
Sen kuruyordun, ben soluyordum.
Tek başına ne sen ne ben renkli duvarlara baktığım sabah,
açıktı:
Ordaydı defalarca engel olduğum.
çünkü tepemizdeki giyotin misali ayrılığa artık,
ben de
göz yumuyordum.
tatmin olmamış kaç duygu sığar bir kalbe, unutulmamış kaç acı.
Bizimkilere sığıyordu.
Dayanamadığımızdan belki, izin veriyorduk:
Kırgınlıklar; önce uykumuzu, sonra hayatımızı, hatta ruhumuzu
kucaklamış, kaçıyordu.
Kabul,
Ne sen beyazsın artık, ne de ben renkli,
ikimizi karıştırıp bir duvara sürmenin imkanı yok şimdi.
Bileklerimizde kanayan yaralar,
Göğümüzden kaçan yıldızlar,
hayatımızı dağıtan rüzgarlar,
ortamızda duran dağlar,
tam gülümseyecekken yağan yağmurlar,
önümüze çıkan tüm çıkmaz sokaklar şahidim olsun.
Herkesin böyle tek bir şiiri olmalı diye düşünüyorum.
Bari bu o olsun,
son olsun.
26 Ekim 2010 Salı
mum
işte dün çocuktum ben ve bugün de o yaştayım.
UNUTABİLME AŞAMALARI
beyninde zehir zemberekler,
gözünde boş şişelerden çıkmış kelebekler.
Kimse anlamayacaktır, hece hece anlatsan da yılları,
gülecekler belki, acıyacaklar en fazla.
ama kimse senin kadar acımadı ki bu hususta,
kavra anlamayacaklarını.
Yarısı bir elinde parça parça ömrünün,
kalan yarısına bakıp durursun.
/uyu, yıkan, unut ,unut, içki içme, unut, unut, telefon numaranı değiştir, eşyalarını topla, unut, unut, annenle konuş, unut, unut/
ya da boş ver listeyi,
bırak, ciğerlerin patlasın sigaradan,
bırak ya, gözyaşlarının olsun zaman, "acele etmelisin"ler kenarda dursun.
çivi diyorum, söktüğü malum diyorum, duyuyor musun?
Durup düşün:
Önceki hüzünlerini hangi cebine koymuş,
en son ne zaman yeni bir hayat kurmuştun?
Referansın bu olsun.
GERÇEK
bir şarkıda çok ağlarsın, gün gelir o da sana ağlar.
"Bir duru sözle gönül alana,
Bir kuru dalla çiçekle gelene,
gitti gidiyor yaralı yüreğim,
gitti gidiyor kanadından tut...
A benim gözleri görmeyenim,
A benim kadrimi bilmeyenim,
A benim hasreti dinmeyenim,
Beni elinle ellere gönderme...
Ah anam, garib anam
Ne sarayda ne handa,
Bir zalim ocağında sevdam ağlıyor
Ne gam ölsem umrunda
beni zehir zemberek diller dağlıyor."
tercih
"hayır demek lazım, diyeceğim, dedim."
"hayır diyeceğim, demek lazım, dedim"
önden buyur.
DEĞİL
yaşadığınız cennet kisvesindeki kafesten uzaklaşmak,
kaçmak,
Kanat çırpmak yeniden, hatta imkansız olsa bile artık yeşermek.
gülümsemek,
mutluluktan huzuru, huzurdan mutluluğu yaratıp,
kalabalık ortasında gözlerinizi kapatmak,
güvenmek umarsızca
ve hatta
sahip olduğunuz her acıya rağmen ışıldamak arsızca?
ya da
gitmek istediniz mi hiç,
sadece
başka yerlerde, bambaşka kafeslerin içinde ama yalnız olmamak pahasına?
İstediniz muhakkak.
Peki, kendinizi kelepçeleyip kaldınız mı hiç?
Tek başınıza yarattığınız bir hayalin, bütün sınırına en uzak noktasında,
tam ortasında solarak.
İnadına umutlanıp,
neleri neleri;
aşağılanmayı/küçümsenmeyi/itilmeyi/reddedilmeyi/yok sayılmayı/çürümeyi
göze alıp,
kaldınız mı hiç yıllarca?
nelere nelere;
yok olan hayallerinize/parçalanmış yüreğinize/darmadağın gururunuza/boşa geçmiş gençliğinize umarsızca el salladınız mı?
sizi sevmek için sizinle gururlanmayı şart koştular mı?
zaferleri filan?
sevilmediğinizi bile bile, gidememeyi maharet saydınız mı?
Siz de gitmek istemiştiniz değil mi?
Benim kadar değil ama,
değil mi?
Değil muhakkak.
25 Ekim 2010 Pazartesi
nice zaferlere
arka arkaya yaktığım sigaralarla.
ya da yoksun zaten;
öyle dolmuş ki ciğerlerim, kalbim sıkışıyor arada,
nefes alamıyorum.
başka başka zaferler peşine düşmüşsündür belki,
başka yerlerde, başka anlarda, başkalarıyla.
ya da zafer sensin zaten;
öyle çok iteklendim ki, görmemek için kapattım gözlerimi,
göremiyorum.
şimdi bir acı gelse,
elimi tutsa,
"burdan gideceğiz" dese,
elini sımsıkı kavrar,
teslim olurum,
ya da gelmese,
olduğum noktanın bir öncekine uzaklığından başım döner zaten,
sarhoş olurum.
anlıyorum ki sen;
ne ihtimalinden, ne bundan korkuyorsun.
29 Eylül 2010 Çarşamba
Eski Hikaye
Yaz, dediklerinde bir hoş oluyor içim, baktığımı görenler var farkediyorum ben de, gurur denilen kireçlenmiş kasımı biri ovmuşcasına kurtuluyorum tutukluğundan.
Ben de yazayım istiyorum çoğu zaman, "ben yazdım oldu" deyip önümüze koyulanlardan bazılarını okuyunca kendime kızıp. Benim gibi yıllarını boşa harcamış, yazım kabiliyetini derdini dökmekten fazlasına kullanmamış bir şair kaçağı, artık yazabilir mi bilemem. Çünkü, bu yazım işinin muhakkak bir kamçısı var ve bildiğimiz acıyla/hissettiğimiz acıya şaklar. Benim gibi "yaz" diyene "kış geldi" deyip de, daha uzun lakırdıları mükemmeliyetçiliğine kurban verip susanları, sağduyusu ile tutuklu kalmışları: yazmak mı, okumada kalmak mı, artık bilmem ne paklar?
15 Eylül 2010 Çarşamba
yanımdan geçip gidiyorsun her seferinde
"..Bazı pişmanlıklar uzun sürer zamana yayılırlar..."
10 yıllık özet.
Bugünü de atlattık
İşte o anneye her sabah telefon açmazsam beni merak eder. Öyle politik, oyuncu bir kişiliğim olmadığından da böyle sabahlar şnanızmaz sıkıntı yaşıyorum. Olur a sezidrmeden derdimi konuşup kapatmayı başarırsam" oh" diyorum "bugünü de atlattık, yarına kadar vaktim var" Ne mi olur farketse, şekeri çıkar, tansiyonu çıkar... Bööylesine durumlardan ve daha beterlerinden korkuyorum çok.
Şimdi hal böyleyken, yapmak istediklerimi nasıl yapabilirim. Ağlamak istiyorum kilolarca, bir kutuya girip çıkmamak, ama lüks işte bunlar bana. Kolay gelsin.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Ben ne kadar çok yelken yapmışım kıyaslayınca ve ne çok ihmal etmişim kendimi..
"..Akıp giden zaman göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz
Birbirine uzanamayan.
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi,
Acı ç.ekiyor ve kendimize gömülüyoruz....
..Kış başlıyor sevgilim,
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor.
Bir yaz daha geçti hiç bir şey anlamadan,
oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman,
Kış başlıyor sevgilim,
iyi bak kendine.
Gözlerindeki usul şevkati teslim etme kimseye hiç bir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor,
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime..."
31 Ağustos 2010 Salı
25 Ağustos 2010 Çarşamba
“kiss me and you will see how important i am.”
ya da
"neden yazı yazdığımı mı soruyorsunuz bana? zevk mi alıyorum? değer mi? peki para kazandırır mı? öyleyse bir nedeni var mı?yazıyorum çünkü içimde susturamadığımbir ses var..."
Sylvia Plath
1 Ağustos 2010 Pazar
yoksa bahçemin eski şanı sebebi koparılan çiçekler
mahkum
8 Temmuz 2010 Perşembe
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
Yağmur O'nun sesini.,
Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği,
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken,
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!
Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim...
Can Yücel
29 Haziran 2010 Salı
CANSİMİDİ
Herkes boğulur, çok derinden canı yandığında... H erkes ümitlenir mi:"ben ölünce biri okusun bunları, anlasın ki hassas kırılgan biriymiş, baştacı edilebilecekken paspaslığı seçmiş" diye düşünüp...
Benim kalan tek ümidim bu.
Sahip olduğum kötü, mukavemetsiz, güvensiz yüzüş stilimle boğulmadan hayatta kalabilme için ne gerek?
Can simidi ya da yüzmemek..
2 Nisan 2010 Cuma
SIRF POPÜLARITESİNDEN ÖTÜRÜ HAKKI YENİLEN YAZARLAR
(Bal gibi yazıyor adam işte, kategorisinde daha iyisini gördünüz mü? Amerikada doğup büyümüş olmaktan kaynaklanan bir sığlığı varsa da, kitaplarını türünün efendisi olduğunu farkedecek kadar okudunuz mu?...
2. Orhan Pamuk
(Ne fikirde olursa olsun, bu da bal gibi yazıyor: Cevdet Bey ve Oğullarını - Benim Adım Kırmızı'yı yazabilecek başka bir edebi kişilik tanıyor musunuz? Zamanında Paul Auster la karşılaştırılmaya çalışmışlardı onu bir röportajda, kendisinin farkındaydı o, zerre kompleks yapmamıştı.. Ben kudurmuştum okurken ama, zira Paul Auster'ın ki ne kadardır onun yazım becerisinin yanında?)
3. Elif Şafak ( Ne şekilde olursa olsun kıvrak kullanıyor bu dili, okutacak şekilde yazıyor, yormuyor diye mi burun kıvrılıyo bilemiyorum. Rica ederim hakkını verin bu kadının. Ne popüler, ne de güzel olmak onun suçu. Yok efendim başka dilde yazıp çevirmişmiş son romanını kapağı o renkmiş bu renkmiş. Yazıyor, detaylıyor, okutuyor. Yumuşacık, bal gibi bir yazar bu da işte.)
4. Dan Brown ( Melekler ve Şeytanları okumuş da, hala bu adamı aşağılıyor olanları anlamıyorum. sırf marketlerde satılıyor diye, hiç okumamışlara zaten direk garezim var. Okurken film izletti hepimize, tutup o abes filmlerini çekmeye gerek bile yoktu.
Sırf çok satanlar listesindeler diye burun kıvıranlara diyecek laf bulamıyorum. Ha nedir, Saramago'ya, Tolkien'e, Borges'e, Oğuz Atay'a, Murathan Mungan'a, Isabel Allende'ye, Lovecraft'a, Allen Poe'ya dil uzatanı görmedim henüz, görürsem onları da listeye alırım.