30 Aralık 2009 Çarşamba

KEZA

"ben yalnız seni severdim;
sense kendini...
hani daha da çekerdim senin derdini..
kızgın değilim hiç, inan; kırgın degilim..
üzgünüm koruyamadık aşkın ahengini..

nerelerdesin,neler yaparsın,
unuttun mu sahiden;
ah sende mi ..
kimlesin, nasıl yaşarsın,
unuttun mu sahiden;
ah sende mi..

aramıza yollar, yabancı kollar, zor yıllar girdi;
ümitlerimi, saf sevinçlerimi derken seni kaybettim...
bir iki sozle bi kaç şarkıyı; adaletsiz yargıyı;
bir de bu talihsiz yazgıyı kalbime kaydettim..

ben seni taşırım hala, taa şuramda;
tüketirken iyi kötü fani ömrümü...
bir kez sevenlerdenmişim; hiç haberim yokmuş..
avutamadım bir daha sensiz gönlümü...

aramıza yollar, yabancı kollar, zor yıllar girdi;
ümitlerimi, saf sevinçlerimi derken seni kaybettim...
bir iki sozle bi kaç şarkıyı; adaletsiz yargıyı;
bir de bu talihsiz yazgıyı kalbime kaydettim...

dinleme yüreğim kendini kalk, son bir kara trene bin;
ve sevdayı gördüğün her durakta hiç düşünme in...

aramıza yollar, yabancı kollar, zor yıllar girdi..
inanmazsın ama;

ben bunu ilk günden beri hissettim!..."

Söz/müzik: Sezen Aksu

26 Aralık 2009 Cumartesi

elvis has just left the building

those are his footprints, right there...

25 Aralık 2009 Cuma

SONUÇ

Çok daralınca kendi kendime hatırlatıyorum.

Atatürk, ne orduları ve yoktan var bu ülkeyi yönetmişti, hatta çoğu tarihçiye göre dünyanın kaderini değiştirmişti.Güçlüydü, ileri görüşlüydü, zekiydi, başarılıydı, centilmendi. Ama evlendiği kadının beklentilerini aşmak bir yana, karşılayamamıştı bile, kendi deyişiyle " idare edememişti".

Asla bilemeyeceğiz, sevdi de anlayamadığından, ihmalinden mi olmadı, yoksa sevemediğinden miydi bozgunu?

Şimdi o ilişkinin ardından yıllar sonra durduğun küçücük bu pozisyondaki önemsizliğinle, bu önemsiz ilişkiyle; senin beklentilerin karşılanmamış, anlamaya çalışılmamışsın, ihmal edilmişsin, sevilmemişsin, ne önemi var?

TEKERRÜR

Tam on yıl evveldi. Gelmeyeceğini söylemişti telefonda, yaşgünümden daha mühim bulmuştu yılbaşını, buna ne kadar kırıldığımı haykırmıştım ona, savunma pozisyonunu almıştı her zamanki gibi ve ayrı şehirlerdeydik ayrıydık böylece her ikisinde de. Üstelik 2 ay kadar da ayrı kalmıştık.

On yıl önceki yerimizdeyiz iki adım geriden bakıldığında, o 10 yılı acılar içerisinde geçirdiysek, alttan alıp şahsiyetini sallayıp duran ben olmuşsam on yıl boyunca ve hala aynı hataları yapabiliyorsa,

benim de aynı hatalarımı tekrar etmeye hakkım vardır.

19 Aralık 2009 Cumartesi

SÖZ BİTTİ

Yarından haber yok, dün bitti
Saatler son günü çalıp gitti
Yeminler yaşlandı dudaklarda
Düğümlendi derken söz bitti

Vagonlar bir dolup bir boşaldi
Kuruyan gözlerim yine yaşardı
Sarardı sırayla fotoğraflar
Ne hayatlar içimde kaldı

Unutursun için yana yana,
unutursun ölüm sana bana,
zaman basıp kanayan yarana;
unutursun, unutursun...

Sertap Erener

BİRLİKTE OKUMAK

10 yıl, dile kolay.

Çocukluk hayalimdi sevdiğimle beraber, yüksek sesle kitap okumak akşamları, tartışarak. Tadına bakmıştım bunun yıllar sonra, üniversitedeki ev arkadaşlarımla ve kardeş evdekilerle yapmıştık benzerini: Pınar Kür - Bir Cinayet Romanı"nda.

Hesap edelim 10 yıl, 3650 gün, yaklaşık 521 hafta.

Demek ki her hafta bir kitap okusaydık, 521 kitabı yalnız okumamış olacaktım.

Sırf buna inat, "Binbir Gece Masalları"nı bıraktım, okumadım.

Bir içince, bir de sakinken hatırlıyorum, kapağı kaldırılmamış bir kitap olduğumu. Kapağı kaldırılmamış Binbir Gece Masallarının şerefine!

KESMEK

Fotoğraflarını kesmişti ablam bir gece, sevgili hallerini, nişan resimlerini, nikah resimlerini, kameranın odağında çift halde bulundukları her resmi ayrı parçalara düşecekleri şekilde ikiye ayırmıştı özenle. Ağlamıştı çok da, paylaşmamıştı derdini benle, belki ondan 10 yaş küçüğüm, belki farklı kişilklerimizle farklı dünyalarda yaşıyoruz diye. Henüz gurur kırgınlığı, kalp yarası nedir bilmediğimden herhalde, manasız bulmuştum, Bittiyse bitmişti yani, bunca üzülmek niyeydi. Hayatının on yıllık bir bölümünü kesip atmak istemesinin, bana göre her fotoğraf bir anıydı ve ortada ileride belki o fotoğraflara bakmak isteyecek bir ufaklık vardı.

Ama ayrıldılar, birdaha hiç beraber olmadılar o günden sonra, eniştem barışmaya çalıştı aslında, ama ablam dönmedi yolundan. O güzelliğinden sokakta rahat yürüyemeyen ablam, 6 ay içinde tanışıp, aşık olup, nişanlanıp evlendiği, yakışıklı adamdan hala ona aşık kalarak, ayrıldı. Hep ayrı kaldılar, ayrı ayrı boktan hayatları var şimdi. Eniştemi bilmem ama ablam hiç mutlu olamadı ilerleyen yıllarda.

Süremiz aynı, sebeplerimiz, bitişlerimizdeki terazinin dengesi farklı ablamla.

Bu blogda MÜHİMMAT yazıldığı gün, mühim olan parmağımdan, resmi yukarıdaki fotoğraf kombinasyonundan çıkartılmıştı. Ama o kadar. Ve şimdi tam bu gece, ben de ablamın yaptığını yapmak istiyorum ve onun doğuştan gelen fevriliğine sahip olmadığıma ilk kez bu kadar üzgünüm. Benim yaptığımı o, onun yaptığını ben yapmalıymışız gibi geliyor düşününce..

Neyse...

17 Aralık 2009 Perşembe

BİS

Artık seninle duramam
Bu akşam çıkar giderim
Hesabın kalsın mahşere
Elimi yıkar giderim...

Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmakların üzerinden
Su gibi akar giderim

Artık sürersin bir sefa,
Ne cismim kaldi ne cefa,
Şikayet etmem bu defa
Dişimi sıkar giderim

Bozar mı sandın acılar
Belaya atlar giderim.
Kurşun gibi mavzer gibi, dağ gibi patlar giderim

Kaybetsem bile herşeyi
Bu aşkı yırtar giderim
sinsice olmaz gidişim
Kapıyı çarpar giderim

Sana yazdiğim şarkıyı
sazımdan söker giderim
Ben ağlayamam bilirsin
yüzümü döker giderim

Köpeklerimden kuşumdan
Yavrumdan cayar giderim
Senden aldığım ne varsa
Yerine koyar giderim

Rzdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
beddua etmem üzülme
kafama sıkar giderim

Söz: Yusuf Hayaloğlu
Müzik: Ahmet Kaya

7 Kasım 2009 Cumartesi

BLOGUN KAPANIŞ ŞARKISI

Yalnızlığımı paylaşmak isteyip, özdemir Asaf'ı hiçe saydığım için özür dilerim.

Attığı çığlıkların geride bırakılması için blog biter, Ebru gider.

AFFETTİM
affettim seni olanlardan
vazgeçtim kadere hesap soramam
bilmezdim çözülüyor yumruklar
kinlerden soyunup büyüyor insan

haksızlık nereye nereye kadar bildim
sevmezdim ne beni ne kimseyi sevdiğim
benzersin bana sen, kırılıyor kalbim
beni affet ben seni affettim...

affettim beni olanlardan
vazgeçtim kadere hesap soramam
ne çok sordum, ne söyledim
başım elimde, ben bu kere, bu kere
bir beni dinledim...

haksızlık nereye nereye kadar bildim
sevmezdim ne beni ne kimseyi sevdiğim
benzersin bana sen, kırılıyor kalbim
beni affet ben seni affettim...

yangınlar sönüyor yenilmedim
yıllardan geçiyor ömür çizgim
hayır belki sonra sonra sonra kalmadı

beni affet ben seni affettim...

Sibelalaş

24 Ekim 2009 Cumartesi

HAYAT BU İŞTE

bazen "ben de terkedip gidebilsem keşke" diyorum
içimde bir istanbul var ondan vazgeçemiyorum
belki sen de bir gün geçersin diye köprülerinden
yakıp yıkamıyorum, koparıp da atamıyorum

hayat bu işte:
kanatlanıp gitmek dururken
dört duvar içinde hapsolursun
yaşamak için bir neden ararken
ölmek için bulursun

söyle; taşı toprağı altın olmuş kaç yazar?
delik testi umutlarım, akar altından azar azar
söyle, neye yarar yaşamak altın bir kafeste
bir yanım seni beklerken, diğeri bekler ölümü ağır ağır

hayat bu işte:
kanatlanıp gitmek dururken
dört duvar içinde hapsolursun
yaşamak için bir neden ararken
ölmek için bulursun.

MANGA "ŞEHR-İ HÜZÜN"den.

Benim için yapmışlar.

Alternatif tepki talebi

Depresyon esanasında uyku düzeninde bozukluk demek, ya uyumamak ya kafayı yastıktan kaldırmamak demekse, ikincisi egosu yüksek bünyelerin tepkisidir sanırım.

Uyursun, unutursun; mis.
Nerede yükseltiliyor bu egonun seviyesi?

Paraşütle atlamak

Hiç paraşütle atlamadım ben, hiç istemedim, zaten yapamam, yıllar sonra öğrendim ki yapamazmışım da.

Ancak hayal edebiliyorum.

Aşağıdaki manzara adrenalinize karışıp nefesinizi keser herhalde. Lakin, bununla meşgulken bile; gülmek, ağlamak, çığlık atmak; bunların topunu beraber yapmak isteyebilirsiniz.

İşte, bunların topunu beraber yapabilmeye, serbest ivmeli korku diyorlar.

hatırlanacak son şey

Düşünün ki, tam 6 ay boyunca size iyi/güzel/motive edici/kurtarıcı/mutlu edici/ özür dileyici bir şeyler söylemesini, kah sabırla kah ısrarla, kah sabırsızlıkla, kah delirerek, kah sakin halde beklediğiniz erkeğin size söyleyebildiği tek/son güzel şey: "üzerindekinin rengi çok güzel" olsun.

10 yıl evvelinde hatırladığınız ilk çivi deliği " benim gözlerim güzel mi??" sırnaşıklığınıza karşılık: "benimkiler daha güzel" cevabı ise ve bu cevap tam 10 yıldır bir kez olsun düzeltilmediyse,

hatırlanmasına yakışır bir cümle etmiştir.

Daha ne olsun!

An Gelir

An gelmeli, herşeyi sırtlanıp gidebilmeli insan:
yaptıklarını, yapmadıklarını;
yapılanları, yapılmayanları;
Gerçekleşmeyecekleri itekleyip ayağının altından.

Hele bir farketsin, nerde olduğunu,
ne yerine konulduğunu, üstüne nelerin uydurulduğunu,
yakışmayan kıyafetiyle aynaya bakıp.

Kainat uyarmış o gözünü yummuştur.
Varsın çok geç olsun, hep geç besbelli.
An gelir, ortalık gözyaşı, gözler faltaşı:

An gelir, herşeyi sırtlanıp gidebilir insan.

17 Ekim 2009 Cumartesi

çözdüm

Kim olduğumu, nerede olduğumu unutana kadar uyanık kalıp, unutunca uyuyorum.

28 Eylül 2009 Pazartesi

AYAĞA KALKMA REHBERİ

  • Bir bilgisayar al (acilen), zira 12 yıldır ona bağımlısın, seni sen yapan zevkli bağımlılıklarından ödün vermeni isteyenler olmuştu, olacaktır daha, kulak asma.yaklaşık 10 yıldır kendine şevkat göstermiyorsun, amaç doğru gözükeni değil, sana doğru gelecekleri yapmak.
  • Bu süreçte sakinleştirici kullanma, komalık alkol alma. Sigara içebilirsin, dilediğin kadar, sabah akşam. (Geçmiş referanslar neticesinde bu süreçte kilo vereceğini zaten biliyoruz, o sebeple uyarmaya gerek duymadık.)
  • Yalvarırım uyu, uyumamak seni geriyor. Uyuyamıyorsan eski alışkanlıklarını benimse, kitap oku, ılık süt iç, güzel şeyler düşün (güzel şeyler; ucunda gözyaşı olan şeyler güzel şeyler değiller)
  • Senin için değerli olanları, seni iyi hissettirecekleri, sana sevgisini kanıtlamışları listele, (hayattan zevk alabileceğimi ve yalnız olmadığımı kendi kendime ispat etmek için bu)
  • Eski alışkanlıklarından bir kısmını terk et, en eski alışkanlıklarının bir kısmına geri dönme. (kahveyi terk edip, yeşil çaya dönerek başladık ya bismillah)
  • Kendine vakit ayıracağın kadar yoğun ve zevkle çalışabileceğin bir iş bul, (İş, değiştirilebilir bir şeydir, bunu arasıra kendine hatırlat, olumsuz şartları olan bir iş yerinde takılıp kalma)
  • İşte yaşama, daha evvel bunu yaptın, ucunda bir şirketin ceosu olmak yoktu oysa, kanımca hata yaptın. İş sadece iş olsun, senin kendi hayatın olsun, kitaplarla, gezilerle, yazılarla, notlarla dolu. Bu dengeyi bir kere bir işte tutturmuştun, onu taklit et, o vakit yaşadığını anlayabiliyorsun.
  • İmkanların olunca, Lisede hayal ettiğin gibi bir hayatın olsun, küçük bir ev, özgürlük, güzel döşenmiş, azıcık kariyer kendini tatmin için, gerisi özel zevklerine ve ailene/arkadaşlarına ayrılmış zaman. Üniversitede hayal ettiği hayatı denedin beceremedin, bir daha denersen bozuşuruz; onu artık boşver, bunu becer sen.
  • Bir takım hayallerini en derine göm, geri kalan hayatında çıkartıp bakıp, ağlayıp kahrolma. Göm ve sırtını dön. (ya en kolayı ya en zoru bu olacak?)
  • Bir takım unutamadıklarını/acılarını/travmalarını/haksızlığa uğradığını düşündüğün anlarını da bir yerlere göm, gömdüğün yeri unut. ( yoksa uyuyamıyorsun, uyumuyorsan, beyin uyuşturmaca yapıyorsan, gömdüğün yeri hatırlıyorsun demektir, çıkart başka bir yere göm. En fazla üç kere gömme hakkın var, sonrasında onlar imha olsunlar, işin bu kısmında kaderden yardım bekliyoruz.)
  • Kalan hayatın yaşadığından kısa olabilir, bir daha asla sana değer vermeyen, seni adam yerine koymayan kimse ile, mecburen bile olsa muhattap olma. (bu muhattabiyet seni öfkelendirip, karakterimi zedeleyen tek şey, o sebeple bu insan diyeti çok mühim. uymazsan kendine saygını kaybedecek kadar, kendini kaybedebildiğini, sabah akşam hatırlat)
  • Kendine kızdığında kendini cezalandırmayı bırak, bir ömre yetecek kadar cezalandırdın zaten, bir sürü alacağın var.

Pek ikna edici olmadı ama idare edeceğim, zira yaşama zorla tutunmak, seni sevenleri üzmemek için gülümseme, acını yaşayamama zorunluluğu ve ittire kaktıra mutlu olmak ancak bu kadar oluyor.

Daha beteri ile idare edebildiysem, bu listeyle de pekala başa çıkabilirim.

Gelecek ay görüşürüz.

27 Eylül 2009 Pazar

ACI BİR HİKAYENİN SONU

Bu blogu düzenli takip eden kimse yok, birileri takip etsin diye yazıyoruz ya, sanırım bu benim için geçerli değil. Beni tanıyan, aynı ortamda nefes alıp veren ve sevenlerin okumadığı/ okuyamayacağı bir alan benim için, gerçi böyle olmasını istemezdim. Hiç tanımadığım insanlar denk gelmiş de, gelip okuyor olabilirler. Hem onlarla paylaşmaktan endişe etmediğimden, hem iç dökme arzusundan, hem de yaşadıklarımdan elimde sadece bunlar kaldığından, gün geçtikçe hayat paylaşımından travma dökümüne döndü.

Bu yaz, baştan sona travma dolu bir ilişkinin sorumlusu olarak, bana beni unutturmuş, bana beni başka birisi yapıp anlatmakta olan birisiyle savaştığımı farkettim. Aslında korkup/farkedip/korkup da hiç itiraf edemediğimi; sevilmediğimi farkettim. Bir adım ileri geçip, kabul de ettim: Sevgisizlikle niye savaşırsın?

Sevgiyi hatırlıyor muyum? Kendi sevgi anlayışımı mı yarattım?

Sevgi merak etmektir, anlamaya, mutlu etmeye, güldürmeye, üzmemeye çalışmak, minnet duymaktır bazen, pişman olabilmektir, özür dileyebilmek, özür kabuledebilmek, sarılmaktır gece uyurken, koruyabilmektir, korunacağını bilerek, endişelenmektir, kaybetmekten korkmaktır, kaybedince mahvolmaktır. Sevgi, sorun varsa çözmeye çalışmak, çareler bulmak için konuşmaktır, kavga etmemek için susmak değil.

Sevgi, kendi mutluluğun kadar karşındakinin mutluluğunu da önemsemektir, mutlu olduğun anlarda unuttuğun birini seviyor olamazsın. Sevgi, ikna etmektir sevdiğini gerektiğinde; onun için, senin için, ilişkiniz için iyi olacağına inandıklarına. Sevgi, teklif etmektir, arzulamaktır, istemektir, sürprizlerle boğmaktır karşındakini. Dümdüz yaşarsan, dümdüz bir ilişkiye dönüşür bütün, büsbütün dümdüz kalır.

Sevgi, ona ifade ettiklerinin ve onun ifadelerinde arayıp bulduklarının tümüdür, onun ifadesindeki vurguyu çarpıtıp onun çektiği acıdan önce kendinle ilgili bir ayrıntıyı baştacı ediyorsan, gerçeği aramıyor bulamıyor, bulduğunu da değerlendiremiyorsundur. Neden surat asıldığını, neyin, niye bozulduğunu çözmek yerine, surat asacağı/bozulup da keyfini kaçırtacağı sabit fikriyle korkmak, yargılayıp yargılayıp haksız infaz etmek, çözümden uzaklaştırır, karşındakinin kendisini savunmaktan bıkması anlamına gelir.

Hepsinden önemlisi, sevgi karşılık buldukça değerlenir, karşılıksız kalp paradır, beş kuruş etmez...

Sevgi, ortak sıkıntıları derecelendirmeyi becerebilme kabiliyeti gerektirir. Türlü karakteristik öğeyle bu kabiliyette olmayandan uzak durmak lazım, çünkü o karşısındaki uykusuzluktan ölüyor ama uyuyamıyorken, kendisi uyuyabildiği için uyuyabilir.

Sevgiyi karşılıklı uyuma, takıntılı bir hobiye durmaksızın iştirak beklemeye endekslersen, kendi mutluluğunu ve egonu korumaktan, kendi dertlerinden başka birşey düşünmez halde yaşarken mümkün değil yoktur. Sevgilin ağlarken oturup çikolata yiyebildiysen yıllarca, bunu öküzlük sıfatı kurtardıysa, sevgilinin de, senin sevginin de içi boşalmıştır. Ne bok yersen ye anlayışıyla değil sevgili, arkadaş bile olunmaz. Gün gelir o deyim, bildik bir atasözüne dönüşür; "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" daki yılan yerine koyarsın karşındakini, düşman olursun, o da sana düşman olur.

İlk defa yaşamak isteğim bu kadar zayıfladı hayatımda. Tıkanıp kaldığım bir yerdeyim, günlük işlerden ve beynimi uyuşturacak zihinsel faaliyetlerden başka bir şey yaptığım yok. Hiç bir hedefim yok. Sadece bu travmatik cephelerden kurtulmak istiyorum, o kadar çok cephe varki demiştim bir iki ay önce bir arkadaşıma, o kadar çok cephe var ki, bitmez. Ölmek istiyorum. O cephelerin hepsini ben kurmadım, ama hepsinde savaşmak zorundayım. Savaşmaktan bıktığım için ya çekip gitmek, ama daha çok ölmek istiyorum.

Baştan sona travma dolu, hep kendi kendime tamir ettiğim., hep kendi kendime konuşup, ağlayıp, yırtınıp sustuğum, hep kendi kendime gidip geri döndüğüm, biriktirip biriktirip kustuğum, kendi kusmuğumla kirletip/kirlendiğim, hep benim elinden tuttuğum, kah yere attığım, kah yerden kaldırdığım, kah bırakmayıp sürüklediğim, acı dolu bir ilişkiyi bitiriyorum.

O ilişkinin muhattabı bu yazıyı okusa, anafikir olarak sadece ona bir sürü hakaret edildiğini çıkartırdı. Nelere kahrolduğumu, nerelerde hata ettiğini değil. Beni sevmediğini farkettiğimi/kabul ettiğimi değil. Kayıp saymayacağından, beni kaybettiğini de değil. Çırpınmayacağından, çırğınsın istediğimi de değil.

O yüzden, hem çıkarımına uygunluk yaratsın diye detaya gireyim.

Kendi yaşantıma aldırmadığım bu noktada, ona ve hislerine aldırmayı reddediyorum.

Zira, masasına uçak biletleri atıp, tatile davet etmek istediği kızdan fazla görüştük onunla bu hayatta, beni elde etmek için parmağını kıpırtdatması gerekmedi, beni sevdiğini hiç söylemedi, hiç onurlandırmadı beni, hiç bahsetmedi benden.

Kalbime hiç dokunmadı 10 yıl boyunca, hiç sevildiğimi, arzulandığımı özlendiğimi, istendiğimi hissetmedim ben. Hep ayakbağı, dert, engel, ağır sorumluluk, üretmeyen, istenilmeyen, reddedilen.Abartıyorsam şerefsizim. Hep kendi kendime ağlayıp sustum ben. Hep çok ağladığımı düşündü. Hiç kalbim alınmadı benim, hiç naz cilve yapamadım, hiç titrenmedi üstüme, hiç değerli olamadım. İkili bir ilişkide kimse, hiç kimse bu kadar çabasızlığı, bu kadar hiçliği haketmiş olamaz. Bunu ucundan olsun düşünmedi? Daha beteri ben yüzsüzce talep ettiğimde, hep bunları hak etmediğimi beyan etti.

Sonra sıfır çizgi çektiğimiz bir acı yaşadık beraber. Hayatımda ilk kez yüzde bin beşyüz güvendim ona, da öyle değilmiş, kendi kendime gelin güvey olmuşum: Ben neler kaybetmiş, kendime olan tüm güvenimi de kaybetmek üzereyken, o işini kaybetmekten korkuyor, benim suçummuş gibi beni hırpalayıp bundan zerre pişmanlık duymadıysa, üstüne bir de beni suçladıysa.

Baştan sona travma dolu, hayatımın en güzel geçmesi gereken yıllarını kemirmiş bir ilişkiyi bitiriyorum. Boşanma dilekçesine bunlar yazılmıyor, ona söyleyince gözlerini kulaklarını bana tıkıyor, yazdığım maillerdeki çığlığı duymak yerine, hatalarını kabul edip pişman olmak yerine, gönlümü almak yerine saçma çıkarımlar yapıyor, o bir egosundan ibaret koca bir duvar ve bu beni sadece öfkelendiriyor, anneme söylesem çok üzülüyor, dertleştiklerimi bu mevzuyla çok sıktım. Yok sayılmaktan, öfkelenmekten, üzmekten ve sıkmaktan bıktım. Ama boğulmaktayım, bir değil bir sürü kaya var cebimde. En çok keseni, kanatanı bu, boğulmaktan kurtulurum diye değil, biliyorum, verdiği acıdan dolayı atmak istiyorum. Bu sebeple bu aptal yazıyı burada yazmaya mecburum.

35 yaşındayım, tüm umutlarımın tükendiği bir noktadayım, maruz kaldığım hakaretleri, boğulduğum kusmuğu 20 yaşımda iken söyleseler, yok daha neler derdim. Şimdi karşımda beni çok ağlatmış ve ben ağlarken hep susmuş birisi var, o kadar çok sustu ki ben de onu ağlatmak istedim zaman zaman, yaptım da. Vicdan azabım sadece bundadır.
O da, hep sustuğu beni hiçliğe boğup boğup kusturduğu için vicdan azabı çeksin isterdim. Pişman olsun isterdim. Farketsin isterdim. Ama bunu sağlamanın bir yolu yok.

Kabul ettim: Sevgisizlikle niye savaşırsın?

11 Eylül 2009 Cuma

4 Eylül 2009 Cuma

REPEAT

GOODBYE MY LOVER - James BLUNT

did i disappoint you or let you down?
should i be feeling guilty or let the judges frown?
'cause i saw the end before we'd begun,
yes i saw you were blinded and i knew i had won.
so i took what's mine by eternal right.
took your soul out into the night.
it may be over but it won't stop there,
i am here for you if you'd only care.
you touched my heart you touched my soul.
you changed my life and all my goals.
and love is blind and that i knew when,
my heart was blinded by you.
i've kissed your lips and held your head.
shared your dreams and shared your bed.
i know you well, i know your smell.
i've been addicted to you.

goodbye my lover.
goodbye my friend.
you have been the one.
you have been the one for me.

i am a dreamer but when i wake,
you can't break my spirit - it's my dreams you take.
and as you move on, remember me,
remember us and all we used to be
i've seen you cry, i've seen you smile.
i've watched you sleeping for a while.
i'd be the father of your child.
i'd spend a lifetime with you.
i know your fears and you know mine.
we've had our doubts but now we're fine,
and i love you, i swear that's true.
i cannot live without you.

goodbye my lover.
goodbye my friend.
you have been the one.
you have been the one for me.

and i still hold your hand in mine.
in mine when i'm asleep.
and i will bear my soul in time,
when i'm kneeling at your feet.

goodbye my lover.
goodbye my friend.
you have been the one.
you have been the one for me.
i'm so hollow, baby, i'm so hollow.
i'm so, i'm so, i'm so hollow.

3 Eylül 2009 Perşembe

HEROES SEZON 4

Başlıyorrr

Sezon prömiyeri 21 Eylül'de

Bunu da özlemiştik.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

TEKERRÜR

Kaç kere reenkarne olabilir, aynı acı aynı ruhta?

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=sevgili%2F%40arcadia

Uyuyamıyorum.

28 Ağustos 2009 Cuma

HOUSE M.D. SEZON 6

Başlıyorrrr....
2 saatlik sezon prömiyeri ile 21 Eylül'de...
Özlemiştik!

21 Ağustos 2009 Cuma

Kalbim kırıldı benim.

Kaybettim ben, göz göre göre anneannemi, bağıra bağıra babamı, kanaya kanaya bebeğimi, hırpalana hırpalana kalbimi, susmaya susmaya beni sevmeyenleri..

İşmiş, üretimmiş, hiç birini gözüm görmüyordu ki. Hayatımı umutlarımı kaybettim ben.

Susup duruyordum. Oh be.

RÖPORTAJ

Nerede yaşamak istiyordun? Ankara.
Olmadı? Olmazdı hayaldi zaten, Antalya olurdu, ama çok kötü nemi var Antalya'nın, kalbim kırklarını aldırdım, Antalya'nın nemini aldıramadım. Yaşadığım yeri sevdiğim günlerde oradan biletim kesiliyor zaten. Hep böyle oldu bu; Ankara'da deniz yoktu, hem hep ordaydık, ağladım Gölcüğe taşınırken, Arkadaşlarım Ankara'da kalmıştı, küçüktü hem Gölcük ama ağladım Antalya'ya okumaya giderken. Antalya'nın boku çıkmıştı, ağladım İzmir'e dönerken. Bu süreçten bir İzmir temiz kurtulacaktı oysa, bebeğimi ve babamı kaybettim orda. Geçen Haziran, Göcek'e dönmek için yüreğim pıt pıt etti, meğer suyum ısınmış orada da. Hayat böyle bir zincirleme trafik kazası zaten.

Ne iş yapmak istiyordun? Marinacılık. Hayır yalan. Yazacaktım bir yerlerde, köşe yazarı filan, ardından kitap işte.
Olmadı? Bilgisayarım var, kırık bir yabancı dilim, 13 yıllık iş deneyimim var, düzgün bir iş ortamı olsun asgari ücrete razıyım.

Nasıl kazanacaktın hayatını? Yazarlıktan mümkün değildi de işte, bir şekilde kariyer yapacaktım, 25 imde başka doğrultuya geçmeseydim. Yazarlıksa eğer, alelade bir iş, kiranı elektriğini suyunu ödesin, annenlere muhtaç etmesin yeterdi. Aslında zengin biriyle evlenip hemen çocuk yapmalıymışım ben, çocuk 4 yaşına gelince de kendime bir iş bakmalıydım nezihinden. İdare edermiş bu beni, gerisi yalanmış.

Nasıl zevk alacaktın hayattan? Hobi filan?
Kariyerli genç anne olacaktım ya ben, hobi filan hak götüre mükemmelliyetçiliğimden vakit kalmazdı herhalde, yazarken zevk alacaktım, çocuğumun büyümesini izlerken zevk alacaktım ya geçelim, dans edecektim de geçelim. Briç oynayacaktım haftada bir kere. Zengin filan olursam eve bilardo masası alacaktım, hafta sonları havuz başı partileri verecektim. Yılda bir kere bir Avrupa başkenti görecektim. Yav olmadı geçelim.

Her şeyi geçiyoruz?
Hayatım geçmiş. Hayatım roman, hayatım hobi. Gurursuzluk, şerefsizlik diz boyu bu hayatta. Egomdan geçmişim. Niye geçmeyelim. Geçelim.

Olmadı?
Olmadı tabi, yapmayın benle röportaj filan, zaten ruhum çizilmiş, iddia edildiğine layık olmaya çalışan bir ruh hastasıyım ben: bir şişe tekilayı tek nefes içip devrelerimi kapatmak isteyen.

Dümdüz ve tertemiz

Farkettim, artık detaya bile girmeden dümdüz ve tertemiz anlatıyorum kendimi. Aşka düşseydi biri benimle, hani Sunay Akın'ın Kız Kulesi'ne hissettikleri gibi; sevse, kıskansa, merak etse, araştırsa, seyretmeye doyamasa, endişelenseydi beni kaybetmekten, vallahi kız kulesinden daha iyisiyim ben. Vermeyip de almak isteyenler utansın.

Derdini benden daha anlaşılır şekilde anlatabilen bir kız getirsinler, karşılık göremiyor desinler, aha işte bu da benden beter deyip, tacımı devredeceğim.

YARIN

Yapamadıklarını yapman gereken gündür.

Zaten, kaybettiklerimi kendi başıma unutup, yaralarımı bir başıma saracaksam, o yaraları açan, kaybettiklerim için beni hırpalayanın ben ayağa kalktıktan sonra benim yanımda olmaması lazım gelir.

Düşündüm de, uğraşıp alsam veya hediye gelse bana kaybettiklerimin yerine koyulabilecek büyüklükte ne olabilir?Umutsuzluğum bu cümle içerisinde. Görebilene.

Umutsuzluğum cesaretsizliğimle kesiştiğinden hayattayım biliyorum. Umduğum ve avunduğum hiç bir şey olmamasına rağmen. Yoksa hayatta her şeyini kaybedebiliyor insan, hayatını kaybetmesi ne farkeder? Bundan bile endişe etmeyen biriyle hayatını birleştirmişse eğer?

Bir insan nasıl olur da tüm bu sürece müsaade eder?

YARI YOLDA KALMAK

Şu an hissettiğim bu. Yarı yolda kaldım. Bırakıldım diyemiyorum, çünkü bırakan, bu sorumluluğu reddediyor. KAbul etmediğpi bir eylem için dava açacak değilim. MEcburen ona ihtiyacım olmayan bir kabul üzerinden ilerlemeliyim. Evet yarı yolda kaldım.

HAyatımın kabul görmüş yarısındayım, bana göre üçte ikisi filan geçti. Yola beraber çıktığımı sandığım ( ki bunu da reddediyor iyice kaosa döndü bu yazı bu yüzden), düzeltiyorum, yola paralelinde devam ettiğim başka bir yöne saptı, o bizim en son molada karar verdiğimiz yol değildi. O yüzden ben yol ayrımında kaldım. Başka yol bul diyorlar, önce oturup plan yapmalıyım oysa ki, başka hiç bir yön ümit vermiyorken mecburi olacak o planı yapma fikrine dahi katlanamadan , bavullar topluyor, arabaya dolduruyor, yola çıkıyor, yarısına varmadan vazgeçip tamamen kendi çabamla geri dönüyor, geri dönmüşlüğümün sadece bana ait yüküyle yaşamaya çalışıp, yaşayamıyorum.


Yarısında kaldığım yolun ucunda da hiç bir şey kalmadı ve ben hala o yol ayrımına oturmuş ağlıyorum: kaybettiklerime? hiç benim olmayacaklara? yalnızlığıma? çaresizliğime?

Çok devrilmiştim, çok yok olmuştum, hiç bu kadar takılı kalmamıştım. O gücü bulamıyorum, kader benden yana olsun ne olur ucunda ana yol olan patikalardan birine iteklesin beni. Gidip gidip dönmekten bıktım.

KAPALI KAPI

Hep aynı kapıyı zorluyordum, kapalı olanı. Öbür kapı kilitli değildi, üstelik anahtar deliğinden ışık da geliyordu. Ama hayır ben, öbür kapının ardındaki karanlığı istiyordum, bir dönem olduğu gibi ışıklar yansın istiyordum onun ardında da. O kapıdan tekmelenerek atıldığımı ve üzerime kilitlendiğini unutmak istiyordum. Kapının ardındaki, arada bir kapıdan çıkıp havasızlıktan boğulmak üzere olduğum ara mekana gelip beni ziyaret ediyor, orada fazla duramadığından bana en fazla yapabildiği onunla diğer kapının ardındaki karanlığa gidip, orada korkmadan, sesimi çıkarmadan, el yordamıyla yaşamamı önermek oluyordu, hatta bunu bile kesin sözlerle değil, davranışlarıyla belli etmek gibi bir gurura kapılmıştı. O gurur ve bu gurursuzluğu haketmediğimden, havasızlıktan boğulana kadar olduğum yerde durdum.

Az kaldı, ya burada boğulup öleceğim, ya da diğer kapıdaki ışığa yürüyeceğim.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

VAKİT TAMAM

"vakit tamam... seni terk ediyorum.
o bütün alışkanlıklardan
ve bütün sıradanlıklardan öteye,
yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
doyamadım inan,
kanamadım sevgiye...

korkulu geceleri sayar gibi,
deprem gecesinde bir yıldız,
birdenbire kayar gibi;
ellerim kurtulacak ellerinden,
bir kuru dal, ağacından
çatırdayıp kopar gibi...

aşksa bitti...
gülse, hiç dermedik.
bul kendini kuytularda, hadi dal!
seninle bir bütün olabilirdik...
hoşçakal gözümün nuru,
hoşçakal...

vakit tamam... seni terk ediyorum.
bu, kırık ve incecik
bir veda havasıdır.
tutuşan ellerimden
parmak uçlarına değen sıcaklık,
incinen bir hayatın yarasıdır...

kalacak tüm izlerin hayatımda.
gözümden bir damla yaş,
sızlayıp resmine aktığında;
bir yer bulabilsem keşke
bir yer, seni hatırlatmayan;
kan tarlası gelincik şafağında...

ölümse, korktun.
savaşsa, hep kaçtın...
vur kendini kuşkularda, hadi al!
sen bir suydun oysa,sen bir ilaçtın...
hoşçakal canımın içi,
hoşçakal…"

Yusuf Hayaloğlu

14 Temmuz 2009 Salı

Giderim

"yetinmeyi bilir misin?
sana verdiği kadarıyla hayatın
hoş,bilsen de bilmesen de
yara bere içinde bu yollardan geçeceksin...

kazanmayı isterdim, kaybetmeyi değil
ama olmadı yar
kendini kayırıyor her insan
önce bu yüzden aşka kıyar...

giderim alışığım gitmelere,
direndi bu can ne bitmelere...
giderim alışığım gitmelere,
gerek yok isyan etmelere..."

12 Temmuz 2009 Pazar

MÜHİMMAT

Demirbaştan öte mühim olandır.

Verilmiş sözlerdedir, yüreğindedir, aklında/hayallerindedir, umudunda/parmağındadır bazen. An gelir, pazarlıklı kahkahalara karşılık gelen temiz gözyaşlarından sebep, hepsinden teker teker çıkar, çıkarırken can yakar.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

ne önemi var?

Önemi olanlara ulaşamadıysan, kalanların hiç bir önemi yoktur.

6 Haziran 2009 Cumartesi

GÖCEK'TEKİ OTOPARK SORUNUNA FANTASTİK YAKLAŞIMLAR

Bende otoparkçı fobisi var, haklarını kanırta kanırta alabilen diğer insanlar gibi "vermiyorum ulan git kime şikayet edersen et""Ben Göcek'te yaşıyorum, niçin para vereyim" " burası benim dükkanımın önü" filan diyemiyorum. Konuştuğum Göcekliler otopark sorunlarını böyle çözüyorlarmış. Yaz gelince Göcek'e inip iki gram alışveriş yapmak soruna dönüşüyor benim için, en çok belediyenin otoparkçılığa soyunması sinirlerimi oynattığından gitmek istemiyorum çarşıya, sırf bu konudaki sinirimi üç kuruş maaşla bu görevi üstlenmişlere püskürtmemek için, arabayı uzak, ücra köşede(söylemem oraları da otopark yaparsınız) bir yere bırakıp yürüyorum güneş altında, artık alışverişlerimi, elverdiğince Fethiye'den yapmayı daha çok seviyorum. Teknelere küfeyle mal gidiyor olabilir yazın, ama bu minimal örnekler görmezden gelinmemeli. Her yeni güne yeni bir otopark çizgisi ile uyanır olduk. Her yer tıklım tıklım araba dolu oluyor. Otoparklar yarıyarıya boş, işte bu yüzden her gün yeni sokak kenarları otoparka dönüştürülüyor. Bu konu ile ilgili daha önce yazmıştım, o yazıdaki endişelerimi bu yazıdan ayrı tutup soruyorum.
  • Gelir amaçlı kullandıkları mevcut otoparklarının kaçı Bayındırlık ve İskan Bakanlığına ait Otopark Yönetmeliği dahilindeki Otopark Yönetmeliğinee uygun şekilde düzenlendi?
  • Bu güne kadar, yapılan binalara Bayındırlık ve İskan Bakanlığına ait Otopark Yönetmeliği dahilindeki Otopark Yönetmeliğinde bulunan "Aranması Gereken Kullanımlar ve Miktarları"na dikkate ederek mi ruhsat verdiler?
  • Biz bu yönetimi oylarımızla seçtik, onlar da bize yazları sinirimizi bozmak ve bizleri mağdur etmek uğruna sahip oldukları otopark gelirini, Göcek'e faydalı hangi proje için kullanacaklarını açıklasınlar.
  • Beldeye yazın gelip, arabasını bırakıp tekneye binip tura giden müşterinin park sorunu, belediyenizce sorun ise, başka şekillerde çözülmelidir. Zaten mevzubahis bu insanların bir kısmı, gene belediyenize ait yat limanındaki teknelere binmekte, belediye sınırlarınız dahilindeki çay bahçenizde çay içmektedirler. Buna otoparklar da dahil edilerek, merkezi yoğunluğun yüzölçümü dikkate alındığında Göcek'in dev bir belediye tesisi olma yolunda ilerlemekte olduğunu görebiliyormusunuz? Göremiyorsanız, Kalkan'a, Kaş'a, Akyaka'ya, anlaşılmıyor mu, Kuşadası'na, Marmaris'e bakınız. Onlar gibi dejenere olacaksınız. İlla da arabasını oralara koymak zorunda olan Göcek ikametgahlılara, seçmenlerinize, abone kartı vermek aklınıza niye gelmiyor?Ha Fethiye'ye mi özendiniz. Bravo.
Piyangodan para çıksın. Göcekte arazi fiyatlarını umursamaksızın merkeze yakın iki ayrı noktadan arazi alıp, şehir planı ve koşullarına son derece uygun ergonomik, güneşe karşı korumalı iki büyük otopark yaptırıp, üzerine "BEDAVA OTOPARK Göcek'in diğer yerleşim yerlerine benzemesinden korkanların hayratı" yazdırmazsam şerefsizim.

5 Haziran 2009 Cuma

KALKAN

Sen şahane bir balıksın.

4 Haziran 2009 Perşembe

LE HUITIEME JOUR - THE EIGHTH DAY

Yıllar evvel Televizyonda dublajlı olarak ağzım açık izlediğim bu filmi, geçenlerde hatırladım. Hususi temin ettim, Akbulut'un kafasına da silah dayamak suretiyle bu akşam tekrar izledim. İnsan yaklaşık 10 yıl evvel izlediği bir filmi, bu kadar detayıyla beraber sahne sahne mi hatırlar? Hafızamın değil, hafızaya kazımayı bilen yapım ekibinin: yönetmenin, senaristinin, oyuncularının başarısı.
Filmi izlerken en korktuklarınla yüzleşiyorsun, zıtlıkta tavan yapmış iki karakterin yakaladığı uyumdan ve kurabildiği iletişimden bir an bile şüphe etmiyor, hayran kalıyorsun. Anlayamam dediklerini anlıyorsun, gülemem dediklerine gülüyorsun, an geliyor kana kana ağlıyorsun. Bitince çıkıp bir ağaca yaslanmak, çimlerde uzanıp "bir dakika" yaşamak istiyorsun. Bunları sıradan bulup, bunlardan zevk almaya prim vermeyen bir tutumla büyüdüysen bile.




Benzerleriyle hem teğet, hem mesafeli film. Dantel gibi film. Kusursuz film.

31 Mayıs 2009 Pazar

ANLAMAK ve ANLATMAKTA ZORLANILAN TV DİZİSİ

Aşağıdaki yazı, bahsedilen televizyon dizisinin gidişatı hakkında, sürprizlerini bozacak kadar olmasa da, eser miktarda bilgi içerir. İzlemeyi planlıyorsanız, okumayı erteleyiniz.
2004 yılında J. J. Abrahams ve ekibi(hayranları bilir Aliens’da onun projesidir), bir Amerikan televizyon kanalında yayınlanmak üzere, enteresan bir dizi projesinin pilot bölümünü çekti. Bu pilot bölüm öyle pahalıya çıkmıştı ki, diziyi sipariş eden ABC'nin o dönemdeki genel müdürü Lloyd Braun dizi yayınlanmadan görevinden alınmıştı. İletişim teknolojisindeki korkutan hıza şükürler olsun ki dizi, bazı ülkelerde eş zamanlı olarak, bazı ülkelerde de ilerleyen haftalarda gösterime girdi. Dizi öylesine merak uyandırıcıydı, içerdiği gizemin detayları öylesine kıvrımlıydı ki, ülkemizdeki meraklıları diziyi, Türkiye gösterim tarihlerini beklemeksizin, İnternet üzerinden takip etmeye başladılar. Öyle bir kurguydu ki, dizideki esrarengiz dünya internete de taşıyordu. Dizi içerisinde adı geçen firmalar, kuruluşlar ve benzeri organizasyonlar sanki gerçeklermiş gibi, internet siteleri bulunuyor ve bu sitelerde ufak tefek ipuçları gizleniyordu. İnternet üzerinde tartışma grupları kurulmuş, hayran sayfalarında gözden kaçanlar, neler olup bittiğine dair teoriler havada uçuşurken, yapımcıları, tüm bu kargaşayı takip ettiklerinin sinyallerini veren yeni ipuçları koyarak dizinin takipçilerine göz kırptıkları bölümleri çekmeye devam ediyorlar, kendileri ile yapılan tüm röportajlarda ısrarla, bu gizemin bir başı, bir de sonu olduğunu ve her şeyin bu plan dahilinde ilerlediğini söyleseler de, hayranları sorularla dolu hikayenin tüm cevaplarını 6 sezona serpiştirmenin yeterli olmayabileceği endişesiyle doluyordu. Dizi içerisindeki gizemler, sorular ve mitlere göndermelerin yanı sıra; psikoloji, parapsikoloji, ruhsal kurtuluş, felsefe, liderlik, tesadüf, din, kader, özgür irade, düşmanlık, iyilik/kötülük, siyah/beyaz, dolandırıcılık aile ilişkileri gibi bir çok tema yer alıyordu.
Sade giriş videosu ve sağlam müzik seçimiyle dikkati çeken dizi, uçaklarının düşmesiyle, garip bir adada mahsur kalan ve ondan sonra da başlarına gelmedik kalmayan bir grubu konu alıyordu. İlk sezonu, her bir karakterin(ki isimleri dahi ayrı araştırma konusu) adada gözünü açtığı ilk andan itibaren başladı ve adada olaylar gelişirken, aynı karaktere dair “flashback”ler yani “geçmişe dönüş sahneleri” ile geçti. 1. sezonun ilk ve son bölümleri öyle muhteşemdi ki, dizi o yıl "en iyi dizi (drama)" dahil 12 dalda EMMY’ye aday oldu ve birden herkes bu diziyi konuşmaya başladı. Baktığımız her yerde uğursuz sayılarla ve feng sui ye akraba o meşhur Dharma logosuyla (dizinin yapımcıları bu tür detaylara bayılıyor, hatta 2007 tarihli J.J. Abrahams filmi Cloverfield‘in 61. saniyesinde, bilgi ekranının tam değişeceği an sağ altta dharma logosunu göstererek hadiseyi beyaz perdeye de taşıyordu.) karşılaşmaya başlamıştık ki, 2. sezondan itibaren, ortalık tamamen karıştı, bazı karakterler geçmişlerinde birbirlerine temas etti ve “flashback” leri “flash forward”lar takip etti. 3. ve 4. Sezonlarda ise olaylar o kadar dallanıp budaklandı, zihnimiz bulandı ki, sanırız bu sebeple aralarda açıklayıcı özet bölümler hazırlanıp yayınlandı. Nihayet geçtiğimiz 2009 Mayısında Lost, ilk günlerdeki pek çok sorunun cevabını vermiş olsa da, yerine yenilerini ekleyerek, 5. Sezonunu bitirdi.
Lost’u fırsatını bulup izleyememişler, başını kaçırıp ara sıra izleyip anlamamışlar, konusunu öğrenmek isteyip de durmaksızın takipçilerini sıkıştırmakta olanlar için belirtelim; diziyi anlatmaya çalışmak, elimizi bulaştırmadan, şeklini bozmadan ulaşılamayan üçgen gravyer peynirlerinin ambalajları var ya, işte onları açmaya çalışmaya benziyor. Misal dizinin sevilen karakterlerinden Hurley, 5. Sezon başında, annesinin ısrarıyla, merakını gidermek için olayların başından sonuna kadar bir özetini yapıyor ve annesi, size Lost’u anlatabilecek birini bulsaydınız eğer onu dinlerken yüzünüzde oluşacak ifadeyle oğluna bakıyor:
“Düştük....ama şu çılgın adaya. Kurtarılmayı bekledik ama gelen giden olmadı. Sonra bir duman canavarı vardı...adada başka insanlar vardı. Onlara diğerleri dedik ve bize saldırmaya başladılar. Bazı ambarlar bulduk...birinin içinde her 108 dakikada basman gereken bir tuş vardı...O kısmı hiç anlayamadım. Ama... diğerlerinin ambarlarla bir alakası yoktu. Onlar Dharma girişimcilerini işiydi. Ama hepsi ölmüştü. Diğerleri onları öldürmüş ve şimdi de bizi öldürmeye çalışıyorlar. Sonra diğerleriyle iş birliği yaptık. Çünkü daha kötü insanlar gemiyle geldiler. Desmond'un kız arkadaşının babası onları bizi öldürmeleri için yolladı. Biz de onların helikopterini çaldık...ve gemilerine uçtuk, ama patladı. Adaya da geri dönemedik......çünkü ortadan kayboldu. Sonra okyanusa düştük...ve bir süre sürüklendik.Ta ki bir gemi gelip bizi alana kadar. O zaman, altı kişi kalmıştık. O kısım doğruydu. Ama...Ama insanların geri kalanı...Uçaktaki insanlar...Hâlâ o adadalar.”
“we did crash, but it was on this crazy island. and we waid for rescue, and there wasn't any rescue. and there was a smoke monster, and then there were other people on the island. we called them the others, and they started attacking us. and we found some hatches, and there was a button you had to push every 108 minutes or.. well, i was never really clear on that. but... the others didn't have anything to do with the hatches. that was the dharma initiative. but they were all dead. the others killed them, and now they're trying to kill us. and then we teamed up with the others because some worse people were coming on a freighter. desmond's girlfriend's father sent them to kill us. so we stole their helicopter and we flew it to their freighter, but it blew up. and we couldn't go back to the island because it disappeared, so then we crashed into the ocean, and we floated there for a while until a boat came and picked us up. and by then, there were six of us. but the rest of the people who were on the plane, they're still on that island.”
Hayranlarının toz kondurmadığı, “olan biten her şeyi mantıklı bir zemine oturtup açıklamaları imkansız” diyenlerin bile inatla takip ettiği, hakkındaki teorilerin teorileri takip ettiği, televizyon tarihindeki en devingen, en uzun soluklu, en büyük gizemlerden birisi, birçok oylamaya göre de tüm zamanların en iyisi Lost.
Kaçırmamak için anlattırmamak, izleyip anlamaya çalışırken de derinliği tartışılır kuyularına düşmeden zevk almayı bilmek gerekiyor.*
* Bu yazıyı bölgemizde yayınlanmakta olan bir dergi için yazmıştım, ancak altında tanımadığım birisinin ismi ile yayınlanmış olduğumdan, kendi blogumda bulunmasında mahsur görmüyorum.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Göcek'te otopark sezonu başladı.

Müjde, yaz geldi.

Dolayısıyla Göcek'te bir kaç yıldır yazları trafiğe kapalı alana caddeye yakın alanlara arabanızı bırakınca yanınıza yanaşıp para isteyenler gene aktive oldular. Belediyenin önündeki otopark zaten geçen yıl konuyla ilgili şekilde düzenlenip kapan sahibi olmuştu zaten.
Gelirmiş, kimin cebine gidiyormuş, umrumda değil.

İki ciddi sakıncası var durumun:

1. Kışın cirit atabildiğimiz Göcek, yazın artan araç sayısıyla zaten park sorununa yeniliyor, bir de üstüne para vermek gerekliliği doğuyor. Ne oluyor, alternatif park yerleri yaratıp tüm düzeni bozuyoruz. Yazın yeterli park alanı bulunmadığından ve sağım solum önüm arkam araba olduğundan mühimsenmiyor ve gerçek bu. ama Belediye otoparkı her daim boş ve diğer boşluklar araç dolu.

2. Göcekte yaşamanın deniz kenarında olmak, temiz hava solumak, bankada kuyruğa girmemek, türlü resmi işi kolayca halledivermek, aşırı gelişmiş konu komşu ilişkileri(!) gibi küçük yerde yaşamaının türlü avantajlarına sahip olmamızı sağlıyorsa da, zırt pırt kesilen su, elektrik, telefon gibi alt yapı hizmetlerinde süreklilikten yoksunluk, sağlık sorunları ve alışveriş için illa ki dış diyarlara yolculuk etmek gerekliliği, yer yer bozuk yollar (bir ayda 6 kez egzozunu delebilirsiniz arabanızın., bizim evin yolu imar planında yol olarak gözküyor misal, kışları evimize arabamızla ulaşamadığımız günler olmuştur), haftada bir, bilemedin iki kez alındığından kedilerce dağıtılıp kokan çöpler, geceleri zifiri karanlık sokaklar gibi gene küçük yerlere mahsus dezavantajları da var.
Üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü iyimser hesaplar yaptığımızda bile, yazları beliren ve hiç de küçük yerde yaşama kısmına uymayan hırsızlık ve otopark parası problemi baş köşeye geçip sırıtıyor. Hırsızlık kontrol edilmesi güç bir sıkıntı ve zaten Belediye'nin erişim alanından çıkıyor. Ama Göcek'in her yıl adım adım çirkinleştiğine kalıplarını basan Göceklileri, Göcek'te işlerin değiştiği yılların bu otoparkçılık sektöründeki yerleşme ve gelişme ile başladığını hatırlayacakları bir gelecek bekliyor. İstatistiği yok ama, küçük büyük yozlaşmış tüm turistik yerlerin nerdeyse tamamında arabanızı otopark ücreti ödemek suretiyle bırakırsınız. Geçen yıl Göcek'in onlardan biri olmak için bilmeksizin adım attığı bir yıldır kanımca.

Düşündüm de zaten boşa yoruyorum kendimi bu konuyla ilgili, onlar kendilerini otoparkçı sanadursunlar, yazın 5 ayı bulduğu memlekette üstü kapalı olmayan otopark mı olurmuş?

25 Mayıs 2009 Pazartesi

SİYAAAAAAH BEYAAAAAAZ

Takım tutmam deyip de, ancak ısrar edince Beşiktaşlı olduğunu söyleyen babama inat belki, Beşiktaşlılığımı 1981 - 1982 sezonunda BEŞİKTAŞ şampiyon olduğunda gazetenin verdiği takım resmini asarak ilan etmiştim.

82 dünya kupasında Mardin'de tatildeydik.Pek uzun soluklu olmamış futbol hayatım, orada, teraslarda "ben Rummenigeyim", "ben Platini" diye top peşinde koşturan mahallenin çocuklarına, "neden Maradona olmuyor kimse" diye bağırırken başladı.

Lise'ye kadar hayatımın büyük kısmı, Maradona'dan, Metin Ali FeyyazBeşiktaştan ve , Bultragenio, Hugo Sanchez, Michel li Real Madridten, gazetelerin didik didik okuduğum spor sayfalarından ve kapıya gelip" şey Ebru evde mi diğer mahalle ile maçımız varda? " diye sorarak annemi şaşkına çeviren takım arkadaşlarımdan ibaretti. Beşiktaşın alelade lig maçlarını kaçırmamak için okuldan bir bahane ileerken çıkmaya, veya direk okula gitmemeye çalıştığım hesaplı günleri bile hatırlıyorum. Babamla düzenli olarak toto da oynardım o zaman ve ligi takip ettiğimin belirtisi olacak, her seferinde 8-9 10 tutturmam normaldi.

Ablamın eski eşi, o vakitlerdeki eniştem de koyu Beşiktaşlıydı. Her yıl, Beşiktaş şampiyon olacak gibi olursa beni son maça götüreceğini söylerdi, bakardım son maça; son maç deplasmanda. Zaten şampiyonluk Beşiktaş'a, son maçı tribünde izlemek bana nasip olmazdı.

Lise de ergenliğe yenildi futbol merakı, en fazla yabancı takımlarla yaptığı maçları izlemeye başladım, zaten, o konuda anlaşılamaz bir istikrarı vardı Beşiktaş'ın ama, fanatikliğin şanında olsa gerek peşini bırakmadım.

Üniversiteye başladığım yıl, şu çizgi fılmlerden alışık olduğumuz başın etrafında donen yıldızları bana gösterdi Beşiktaş. 2 Ekim 1991 de Metin'in psvs eindhovena 4. dakıkada attığı gol (http://www.medyaspor.com/v02/Videos.aspx?CategoryID=8&VideoCategory=21&id=237&Page=6)un ardından golle bağlantılı aile içi sevinç gösterileri arasında burnumu kırmıştım, aslında detayını da vermek lazım: O gol atıldığında, babamla eniştem balkonda anteni sökmüş, karsız bir görüntü için uygun pozisyon arıyorlardı, ben gol diye bağırıp balkona koşarken, eniştem anteni babamın eline tutuşturup içeri koşmuş, köşedeki buluşmadaki çarpışma, beni buzdolabına fırlatmıştı. Ayıldığımda tüm ev halkı herkes bana bakıyor, ablam burnuma dokunupi kırılmış galiba diyordu. 23. dakikada ben röntgendeyken durum 1-1 olmuştu, o maçı 2/1 kaybedip elenmiştik de zaten, değmemişti yani. O burun da, o Beşiktaş da hala öyle. Futbola, bilhassa Beşiktaş'a küsüşüm, uzun zaman küs kalışım o güne denk gelir.

Gene de Çarşı basın açıklaması yaptığında zaplamayıp izliyorsam, içim buruluyorsa, Beşiktaşlıyım. Gizliden gizliye kahrolduğum takibindeyim eski takımımın.

Sivassporla kapışıyormuş bu yıl, 30 Mayıs 2009 saat 20 de Denizli'deymiş şampiyonluk maçı sanırım, valla o maça ilk kez bu kadar yakınım.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

hayat acaip

Unutmuyorsun.

Kronolojik olarak; anneannemi kaybettim, babam kendini kaybetti, bebeğimi kaybettim. Böyle dümdüz yazmak kolay geldi, çok daha basitlerini içimi acıta acıta yazmışım buraya.

Bunlar yetmezmiş gibi cila çekti kader, hırsız girdi eve temizledi gitti, arabayı tostum, 3 kere genel anestezi aldım, 2 kere ameliyat oldum.

Hepsini hatırlıyorum, unutmak ne mümkün.

Be gene gülümsüyorsun, yaşıyorsun, ne acaip.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

KAYIP

insan hiç tanışmadığı birini kaybedince nasıl bu kadar kahrolabilir? NAsıl kendini suçlar ve nasıl yaşamaya devam edemez?

Öyle bir yerdeyim; dış şartlar zorunlu kılsa da, hatta biraz daha zorlasa da, yaşıyorum. Oysa böyle yaşamak zor mesele.

Bir kere böyle yaşayacağım derken çevrendekileri de kurutuyorsun. Sonra, 21. yuzyıldan medet ummak da anlamsız, anatomik açıdan hala öyle ilkeliz ki. Hem vakit daraldıkça kıvranıyorsan ne anlamı var?

Kafası çorba gibi olunca insan anlatamıyor derdini.

12 Mayıs 2009 Salı

yoktum

Yani öyle zamanlar var ki, "hiç ayağa kalkamayacağım" diyorsun. "Daha kötüsü olamaz" diyorsun. Daha kötüsü var, oluyor ve gene de ayağa kalkıyorsun.

Mühim olan varlık yokluk ise, yoktum, hala yokum.

24 Ocak 2009 Cumartesi

20 Ocak 2009 Salı

Aralık 2008

Hayatımı değiştirdi...